Quantcast
Channel: Şarap ve Peynir
Viewing all 90 articles
Browse latest View live

AKP'yi Gönderecek 5 Felaket Senaryosu

$
0
0
Girişi çok uzatmayacağım...

Millet denen şeyin genel ahlak ve zeka seviyesi malumumuz, tartışmaya gerek yok...

Koşullar böyle devam ettiği sürece iktidar ve ona yapışık çıkar çevreleri oradan inmezler.

Ancak...

Birazdan okuyacağınız korkunç şeyler gerçekleşirse durum farklı olacaktır.

Okuyunca anlayacaksınız çoğunun gerçekleşme ihtimali çok yüksek ve korkunç sonuçları olacak...

Tamamı iktidarın yanlış politikaları, öngörüsüzlüğü, yağma çarkını sürekli döndürme çabası sonucu olacak felaketler...

...ve tamamı için saatler tik tak ediyor.

1.Büyük İstanbul Depremi



Olasılık: 60%
Zarar verme potansiyeli: Çok yüksek
AKP'nin yırtma olasılığı: 90%

AKP'nin iktidarı sırasında mı olur bilinmez ama olacak. Çok sert ve yıkıcı olacak. Bunu 99 yılından beri yüzlerce bilim insanı söylüyor, bilimsel kanıtlarını ortaya koyuyor, simülasyonlar yapılıyor vs vs. Onbinlerce bina yıkılacak, yüzbinlerce insan ölecek. Kıyım daha çok kentsel dönüşüme girmemiş veya henüz tamamlanmamış bölgelerde olacak. Olan yine garibana olacak. Sadece insanların evleri değil, fabrikalar, atölyeler yok olacak. Ekonomik anlamda tam bir yıkım olacak. Geri bırakılmış, itilmiş Anadolu'nun yıkılmış bir İstanbul'u iyileştirme gücü yok malesef. İnsanlar yıllarca çadırlarda, barakalarda yaşamak zorunda kalacak. Altyapı çökecek, salgın hastalıklar başlayacak. Neler olabileceğine dair tahminler için "Metal Fırtına" isimli kitabı okumanızı tavsiye ederim.

Peki iktidar yıllarca sürecek bu kaostan yakasını kurtarabilir mi? Muhtemelen kurtarır. Camilerde hutbe filan okutur, imamlardan oluşan teselli ve "İsyan etme, şükret!" timlerini kenar mahallelere, çadır kentlere gönderir, Allah der, Peygamber der yırtar. En kötü "CHP'liler cünup dolaşıyordu, ondan oldu!" der. Hatta yıkılan kentin yeniden yapılanması büyük müteahhit kardeşliği için şahane bir fırsat.

2.Küresel Isınma Sonucu Gelen Büyük Kuraklık



Olasılık: 100%
Zarar verme potansiyeli: Çok  yüksek
AKP'nin yırtma olasılığı: 10%

Oluyor bile. Her yer kurudu. İstanbul barajları alarm veriyor, Yalova tamamen susuz, Ankara zehirli Kızılırmak'tan medet umuyor, Ankaralılar kitlesel halde cırcır oluyor, bu yüzden daha çok sifon çekiliyor, daha çok su gidiyor. Koca koca göller kuruyor, haritalar değişiyor, karadeniz artık eskisi gibi sulak değil vs vs...Peki, 30 yıldır tüm bilim insanları tarafından söylenen bu kaçınılmaz duruma karşı AKP ne yaptı? Melen çayından su getirdi...Yakında o çay da olmayacak halbuki. İstanbul'un ormanlarını ve sulak alanlarını kıyıma uğratan 3.köprü, 3.havalimanı gibi çılgın projelerini yapmaya başladı, her dağa 8-10 tane yaptığı HES'ler ile akarsuların rejimini bozdu, kuruttu, öldürdü. Yani susuzluğa çözüm yaratmak yerine aksine daha fazla körükledi. Çünkü onlar için yağmur neden sonuç ilişkisine dayalı bir doğa olayı değil, tamamen ilahi bir hikaye. Allah onları seviyor ya, o yüzden yağmuru kesmez.

Susuz kalınca ülkenin tarımı çökecek, gıda fiyatları aşırı artacak, hijyen ve sağlık sorunları tavan yapacak. Kokacağız. Tek çıkar yol olan deniz suyunu arıtma tesisinin yapımı yıllarca süreceği için aynı süre içinde içme suyumuz bile olmayacak. Ha zaten o tesisi yapmakla ilgili hiç bir derdimiz yok. Ankara - Konya 2 saat o yeter bize. Bu sefer AKP'nin kaçacak yeri yok. Bütün o pisliğe, hastalığa rağmen bu millet yine oy verir mi? Ih ıh...bu sefer sanmıyorum.

3.İnşaat Sektörünün Patlaması



Olasılık: 80%
Zarar verme potansiyeli: Yüksek
AKP'nin yırtma olasılığı: 50%

Bu satırları yazarken İstanbul'da kurulması planlanan finans merkezinin arazisi CHP'li Belediyenin yönettiği Ataşehir'den alınıp, AKP'li Ümraniye'ye veriliyordu. Amaç belli. Rantı paylaşmamak. Bu iş İstanbul'da 20, Türkiye genelinde 12 yıldır böyle devam ediyor. AKP ve "saygıdeğer ancak milletin a. koymaktan kendini alıkoyamayan" müteahhit zümresi dağa taşa inşaat yaptılar. Yüzbinlerce yeni konut arzı sahada bekliyor ve önümüzdeki kısa dönemde daha da fazlası gelecek. Lakin piyasada bunları mevcut fiyatlardan alacak para yok. İnşaat ülkenin ekonomisinin dayandığı tek sektör. Üretim seviyemiz yerlerde zaten. İnşaat işinin patlaması ekonominin patlaması demek. Aynı Dubai'deki gibi bir son bekliyor ülkemi...

AKP bunu öngördüğü için tüm müteahhitlerini devlet projeleri ile fonluyor. Amaç konut işinden uğradıkları zararı, bizim vergilerimizle ödenen çılgın projelerle kapatmak. Dağa taşa yol yaptırıyor ki bazılarından saatlerce bir araba bile geçmiyor. Yol en hızlı inşa edilen ve ödemesi çarçabuk yapılan inşaat tipidir. Şahane bir paylaşım modelidir. Geçen sene çıkarılan bir yasa ile devletin müteahhitleri sorgusuz sualsiz desteklemesi yasallaştı. Üstelik bunun gizli olması, yani kime devlet kasasından para verildiği bilgisinin kamuoyu ile paylaşılmaması da yasallaştı. İktidar üretimi desteklemeyi hiç düşünmedi ve hiiiiç düşünmüyor. O işlerin dönüşü uzun. Fabrikayı kurmak, işletmek, kar etmesini beklemek 10 yılı filan buluyor. Kim bekler o kadar süre.

Bu işin sonunda AKP yırtar mı? Valla olayı dış mihraklara, faiz lobisine, gezicilere, paralele filan sağlam bir senaryo ile bağlarsa yırtabilir. Garibim millet ne bilsin olayın arkasındaki gerçek nedenleri. Onlar için Cengizler, Kalyoncular filan şahane işadamları :))) Lakin ekonomik krizler mutlaka iktidarı yıpratır.

4.IŞİD Terörünün Ülkeyi Vurması



Olasılık: 20%
Zarar verme potansiyeli: Az
AKP'nin yırtma olasılığı: 80%

Malum, ellerimizle büyüttüğümüz nurtopu gibi bir terör örgütü bölgeyi yakıp kavuruyor. Tüm dünya dehşet içinde izleyip lanetlerken, bizim çantacı başbakan "Onları da anlamak lazım canım, sosyolojik bir olay, kızmışlar biraz" filan diyor. 50'ye yakın vatandaşımız şu an ellerinde tutsak ve hiç bir şey yapmaya niyetimiz yok. IŞİD'le çatışacak uluslararası bir koalisyona bile girmiyoruz. Ha bu arada her türlü eğitim, silahlandırma, barınma, tedavi desteğine devam.

IŞİD'in zeka seviyesi malum olduğu için fena halde fevri hareketleri var. Mesela Amerika gibi bir güce kafa tutmak uğruna ABD'li gazetecilerin kafasını kesip servis ediyor. Karşısında 2 dünya savaşına girmiş ve kazanmış, Ortadoğu ve Asya'yı karman çorman etmiş bir ülke olduğunun farkında değil. Aslında farkında ama kendine o kadar güveniyorki. Allahlarının izni ile tüm kafirleri altederler...Di mi? :) Şimdi IŞİD bize döner mi? Döner. Bunların zekası kendilerine sonsuz destek veren bir ülkeye dokunulmaması gerektiğini anlamaya müsait değil. Onun da zamanı geldiğinde müslümanlaştırılması gerektiğini düşünüyor. Reyhanlı'yı patlattıklarını çok net söylüyorlar ama bizim destekçi hükümet hala bu ülkede onlara karşı sempati oluşturabileceğini düşünüyor ve olayı Esad'a atmak için zavallı şekilde çabalıyor.

Peki ülke kan gölüne döndüğünde AKP zarar görür mü? Eğer AKP, cihatçı kökeninden gelen IŞİD sempatisinden vazgeçmeyip, söylemini "Müslüman müslümanı öldürür mü yahu?" gibi salak seviyelerde tutarsa evet görür. Evet milletimiz biraz mal ama o kadar da değil. Normalde çoktan yokedilmesi gereken bir grubun kollandığını şu an herkes biliyor. Ha AKP çark eder mi? Yağma çarkının tehlikeye girdiğini düşündüğü anda vazgeçer.AKP pragmatiktir ve omurgasızdır. Para için cihatçı ideallerinden bile vazgeçer ;)

5. RTE'nin Ölmesi



Olasılık: 5%
Zarar verme potansiyeli: Az
AKP'nin yırtma olasılığı : 0%

Sen eğer bütün yağma çarkını kendine bağlarsan, senden habersiz kimse kupon arazi alıp satamazsa, ihale veremezse, genel yayın yönetmeni atayamazsa, klüp başkanı bile seçemezse, üstüne bi de bir anda ölüp gidersen, senden sonrası tufan olur. Tüm bu çetenin işlerini aynı şekilde yönetebilecek iradede ve zekada bir ikinci adam görülmüyor ufukta. Çocuklarının durumu malum. Bilal, Burak  filan süper zeki ya :)

Peki ona bişi olur mu? Kimse ölümsüz değil ve sağlık sorunları malum. Zaten kendisi de söylüyor, bir kalp krizi herkesi vurabilir. Normalde hiç bir sigorta şirketi ona sağlık ve yaşam sigortası yapmaz. Süikast filan olmaz, inanmıyorum öyle şeylere.

AKP, RTE olduğu sürece vardır. Yağma pastası çok büyüdü. Bunu ondan sonra yönetecek tek bir kişi yok. Mutlaka çıkar kavgaları çıkacak. Bölünmeler, partileşmeler vs. AKP ondan sonra bir daha kendini toparlayamaz.  

Ben muhalif bir siyasetçi olsam şimdiden kuraklık üzerine konuşmaya, "millet" denen o süperzeka kitleyi doldurmaya başlardım. Diğerleri değil ama o garanti.




Demokrasiyi, Demirkırat Sanmak

$
0
0
Demirkırat...

Demokrat Parti ile özdeşleşmiş, onun mirasçısı Adalet Partisi'nin logosunda kullandığı sembol hayvan: Demir bir kır at.

Mehmet Ali Birand, Can Dündar ve Bülent Çaplı'nın Demokrat Parti'yi ve 60 darbesini anlatan müthiş kitap ve televizyon belgeselinin ismi...

Hatta AKP'nin göreceli olarak "modern" logosunun esinlendiği logo.

Peki bilir misiniz, nedir bu "Demirkırat" hikayesi.

Basit.

Demokrat Parti'nin kuruluş logosu
Demokrat parti 1946 yılında kurulduğunda ismini telafuz etmekte zorlanan millet, daha yakın olduğu bir kelimeyi kullanmaya başladı. "Demokrat" oldu sana "Demirkırat". Olay tamamen dil dönmesi meselesi. Dönmedi benim milletimin dili "demokrat" kelimesine. Aslında benim milletimin aklı "demokrat" kelimesine hiiiiç ermedi...Nasıl mı?

Yüzlerce yıllık Osmanlı emperyalizmi ve Cumhuriyetin tek partili dönemi sonrasında "demokrasi" o kadar yabancı, o kadar yeni bir kavramdı ki, kimse onun ön koşullarını düşünmeden, kollarını sıvayıp atladı havuza. Demokrasiyi olabilecek en basit şekli ile, daha doğrusu kendisine anlatılan tek şekli ile kabul etti: "Çoğunluğun gücü ele geçirmesi!". Bu çağdışı, yoz tanım, öyle kabul gördü ki, benim siyasi kavramlara uzak, eğitimsiz halkımdan kimse ne kuvvetler ayrılığını, ne özgürlükleri, ne hoşgörüyü, ne eşitlik ilkesini hesaba kattı. Aldın mı iktidarı, ez diğer tarafı. "Demirkırat"ın, yani Demokrat Parti'nin iktidarı ele geçirdiği 1950 yılından itibaren, millet adına gücü ele geçirenler, diğer tüm ilkeleri yok varsayarak, cumhuriyet tarihinin en faşizan, en ayrılıkçı dönemlerinden birine imza attı. Kendisine oy verenleri sonuna kadar kayırıp, müthiş bir çıkar paylaşımı düzeni kurarken, kendisini desteklemeyen herkesi ötekileştirdi, hatta vatan haini ilan etti. Eleştiriye karşı tahammülsüzlüğü nedeniyle yüzlerce gazeteci binlerce yıl hapse mahkum oldu. Muhalefet milletvekilleri, parti genel başkanları iktidar partisinin çeteleri tarafından taşlandı, linç edildi. TC tarihinin en karanlık anti azınlık hareketi 6-7 Eylül olayları organize edildi. Üstelik tüm bunlar benim "millet" denen sığ çoğunluğun gözünde gayet meşruydu. Gücü elinde tutanlar bu sığlığı kullanarak, gidilebilecek en faşizan noktaya kadar gittiler. Tüm bunlar, milletin eğitim ve hoşgörü seviyesi hazır hale gelmeden ona sunulan "demokrasi" kavramını tamamen yanlış anlayıp, adeta ırzına geçercesine sömürerek içselleştirmesi ile oldu. Koca bir ülke tükendi, eridi bitti. "Demirkırat"ülkeyi mahvetti.

Adalet Partisi İkinci Logosu
Peki "Demirkırat" anlayışı 60 ihtilali sonrasında değişti mi? Ne gezer...Demokrat Parti'nin devamı olarak kurulan AP'de "Demirkırat"ı kullandı. Ne de olsa millet demokrasiyi böyle absürt anlamıştı ve aynı şekilde sömürülmeye hazırdı. Hiç bozmadı AP ve Süleyman Demirel. "Demirkırat" devam etti, günümüze kadar geldi. Aynı sakat demokrasi anlayışı 2014'te aynen devam ediyor. Bir dirhem ilerlediğimiz yok. İktidarı ele geçirenin, muhalefeti silindir gibi ezip geçtiği, tüm ekonomik kaynakları kendi yandaşlarına peşkeş çektiği, sınırsız bir sömürü düzeni kurduğu düzen, "millet" denen, teslime hazır, olayları sığ şekilde algılayan, güç sembollerine ve güçlü karakterlere sorgusuz tapınan bir varoluş kaynağı bulmuştu bir kez kendine. "Demirkırat" olmayan gerçek "Demokrasi" bu kitlenin elinde rehindi hep. "Özgürlük" denen şeyi sadece dinsel sembollerin, o da sadece bir dinin bir mezhebi olmak üzere, rahat kullanımı sanan bu sığ bakış açısı, diğer her inancı sapıklık, haram vs olarak sayarken, kendi değerlerini umarsızca dayattı diğer tarafa. Alevi inancında olmamasına rağmen camileri, din derslerini soktu gözlerine.

Bu "Demirkırat" anlayışı bir devir daha yapıyor. Adeta 1950'den, 1960'a kadar olan dönemdeki gibi. 1960'da ulaşılan korkunç faşist rejimin bir benzeri oluşmak üzere. Güç sahipleri, "millet" denen dar görüşlü kitleden gelen desteğin kesilmemesi uğruna, onların algısı üzerinde, kendileri aleyhinde etki yapabilecek tüm mesajları yok etmek çabasındalar. İnternet sansürleri, telefon dinlemeleri, hapisteki gazeteciler, telefonlarla işten kovulan gazeteciler, taraftar gruplarının darbe teşebbüsü ile yargılanması, yargıya sınırsız müdahele, ortalığa saçılmış yüzlerce açık kanıta rağmen kapatılan yolsuzluk soruşturmaları, sınırsız din sömürüsü, miting meydanlarında söylenenlerinin yarısının "Allah", diğer yarısının "Onlar" olması vs vs...

Bu "Yeni Türkiye" filan değil, bildiğin 1950'lerin Türkiye'si. Tarih okumayan benim "milletim", bunu da anlamayacaktır elbet ama dert değil. Bu ülkede bir "millet", bir de "HALK" var. Ülkeyi kuran, yücelten Halktır. Her gücü eline geçirdiğinde, onun eserlerini sınırsızca sömüren, yağmalayan ise "Millet".

Millet "Demirkırat" der...
Halk "Demokrasi" der.

Kürtlerle Beraber Savaşmak Ulusalcılığın Gereğidir

$
0
0
Dünya görüşü bana yakın yaşıtlarımın tamamında, bugün yaşanan Kürt ayaklanmasına karşı tepki var. Sosyal medyada geçmişin kanlı günleri hatırlatılıyor ve Kürt halkının, Türk askerinden yardım beklemesinin ne kadar "saçma"ve "komik" olduğu vurgulanıyor. Kobani'de yaşanan duruma Türkiye Cumhuriyeti'nin müdahele etmesinin gereksiz olduğu, gösterileri yapanların vandal, bölücü ve vatan haini olduğu, IŞİD'le kendi başlarına mücadele etmeleri gerektiği söylenip duruyor. Bu satırları yazarken 21 Kürt genci hayatını kaybetmişti ancak kimse onlardan bahsetmiyor. Adeta bir "hakettiler" havası var. Üstelik bunu söyleyenlerin önemli bir kısmı Gezi'de beraber, omuz omuza direndiğim veya Gezi hareketine en azından fikri destek vermiş ve halen vermekte olan kesimden.

Hey maşallah...  

Bir insana büyüme çağı boyunca bir halk hareketini "bebek katilliği", "dış mihrakların oyunu", "uyuşturucu kaçakçılığı" olarak sunarsan onun zihin haritasında o halkı öyle bir yere itersinki, dünya tarihinin en barbar ve korkunç kıyım hareketine karşı kahramanca direnen bir halka karşı bile sempati duyamama felçlisi olurmuş. Durum resmen budur!

IŞİD denen gaddar örgüt, Kobani denen toprak parçasına hunharca saldırmaktadır. Ele geçirdiği zaman yapacağı katliamlar, tecavüzler, insanlık suçları konusunda kimsenin şüphesi yoktur. Kobani halkı ile ülkemin Güneydoğusunda yaşayan Kürt halkı sadece ırkdaş değil, aynı zamanda yakın akrabadır. Öyle bir yakınlık durumu vardır ki, halalar, çocuklar sınırın iki tarafındadır. Ülkemin Kürt vatandaşlarının basit bir beklenti seti vardır. Kobani'deki direnişe destek olunması için bir koridor açılması. Oraya direnişe gidenlerin engellenmemesi! Kobaniye insani yardım yapılması! IŞİD'e herhangi bir destek verilmemesi! Buna karşı benim içgüdüsel şerri devletim, akrabalarının canını kurtarmak için sınırı geçmeye çalışan vatandaşlarımı durdurmak ve Kobani'den canını kurtarmak için kaçanları almak dışında hiçbir şey yapmamaktadır.

İslam aleminin lideri olmak iddiasındaki, postmodern emperyalist AKP iktidarı, burnunun dibinde yaşanan insanlık suçlarına müdahele edemeyecek veya etmeyecek kadar fiili ve zihni anlamda acizdir. Düşünün...Kapı komşunuzun evinden aralıksız çığlıklar geliyor ve siz evinizde oturup bekliyorsunuz. Eğer komşunuz kaçıp size sığınırsa kapınızı açıyorsunuz ancak kaçamaz ve sokak kapısının önünde defalarca bıçaklanıp, gırtlağı kesilirse, müdahele etmemeyi normal bir durum olarak görüyorsunuz. İşte bu acizliktir! Böyle davranan bir ülke ortadoğu halklarının değil, ortadoğunun ancak bir unsurunun, Sünni İslam'a tabi kesiminin lideri olur. Hatta onu bile olamaz, olduğunu sanar. AKP'nin de tek derdi budur. Zerdüşt'ünden, Ezidi'sine, Caferi'sinden, Şii'sine, Selefi'sinden Sünni'sine tam bir kültürel yelpazeden oluşan toprakları sadece bir dinin, bir mezhebine peşkeş çekmek için bir tarafını yırtan, bu uğurda korkunç insanlık suçlarına göz yuman, hatta o suçların işlenmesini destekleyen işler yapan manyak bir iradedir AKP! Bunu onun sunağından yemek yemeyen ama şamarını yiyen anlar sadece. Peki Gezi boyunca ağzı burnu kırılmış ulusalcı arkadaşlarım nasıl olur da bunun farkında olmazlar?

Kürtlerin Gezi hareketine, Sırrı Süreyya'nın destansı ve film fragmanlarını kıskandıran başlangıç ateşi hariç, kapsamlı ve anlamlı bir destek verdiklerini söylemek zordur. Gezi hareketine gelen ulusalcı kesim desteğinin büyüklüğü karşısında geri çekilmeyi yeğlemiştir Kürtler. Bireysel olarak hareketin başından sonuna kadar direnen Kürt arkadaşlarımız vardır elbet ve kendilerine ne kadar teşekkür edilse azdır. Daha sonrasında Kürt siyasetinin, daha doğrusu bu topraklardaki tüm siyasi hareketlerin ilkesizliği ve "pragmatizm" adı verilen omurgasızlığı çıkmıştır meydana. Düşünün...Yüzyıllardır ezildiğini, sömürüldüğünü iddia eden bir halkın siyasi temsilcileri, bu topraklara gelmiş en zalim, en vizyonsuz, en hırsız diktatörünü, sırf siyasi fayda sağlamak uğruna alkışlayabilmiş, onunla masaya oturabilmiştir.  Bu Kürt siyasetçisinin ne kadar dar kapsamlı ve ırk odaklı düşündüğünün en somut ve tartışmasız kanıtıdır. Kürt siyaseti sınıfta kalmıştır. Kendi özgürlüklerini bir diktatörün iznine bağlayacak kadar karaktersizleşmiştir. Bunun hesabını tarih önünde vereceklerdir.Ancaaaak! Kürt siyasetçisi ne yaparsa yapsın, ne kadar vandalizm yaşanırsa yaşansın, 21...evet sayı ile 21 insanımız ölmüştür!  Bu Gezi eylemlerinde ölen insan sayısının nerede ise 3 katıdır! Kimse ölen insanları konuşmaz iken hangi bilinçaltı yerleştirmeler benim ulusalcı arkadaşlarıma yanan bir Kızılay kan arabasını konuşturmaktadır?  Bu ülke terörün başladığı ilk günden bugüne kadar nasıl bir algı manipülasyonuna maruz kalmıştır?

Gezinin ilk gününden beri devletin ve onun uşağı basının söylediklerine hemen inanmamayı bir refleks haline getirdim. Devletin ve yandaşlarının, tarihin en barışcıl eylemlerini bir "vandalizm" olarak göstermek çabasını bizzat gördüm. Bu nedenle bugün yaşanan Kürt ayaklanması ile ilgili haberlere de şüphe ile yaklaşıyorum. Hemen inanmıyorum, inanmayacağım. Benim devletim yalancı olduğunu defalarca gösterdi! Ancak benim ulusalcı arkadaşlarım nasıl bir kodla yıkanmıştırki hemen kendine söylenene atlamış ve sosyal medyadan kin, öfke kusmaktadır Kürt halkına?

Bir ay boyunca zulme uğrayan, gaz yiyen, kan kusan ulusalcı arkadaşlarım nasıl oldu da hemen her gün gaz ve ilaveten kurşun yiyen insanlara "oh olsun!" diyecek kadar duyarsızlaşmıştır?! Bugün televizyonlarda parçalanmış bankamatikleri görüp içi parçalanmak, can vermiş gencecik Kürt gençlerini görmezden gelmek nasıl bir seçimdir?

Kızamıyorum...Çocukluğumuzu, gençliğimizi zehirleyen o kitle iletişim oyuncağının etkisinden kurtulmak kolay değil. Benim gibi biber gazı solumayı alışkanlık haline getirenler, gazın nefes yolları açıcı etkisi sayesinde belki daha çabuk ayılıyor ama o kadar anlatmamıza rağmen hala ayılamayana da kızamıyorum. O zaman onların anlayacağı şekilde anlatalım...

Türkiye üzerinde çeşitli halkların yaşadığı bir ülkedir. Ülkenin kuruluşundaki iddia, tüm halkların hep beraber mutlu mesut yaşayacağı şeklinde olmuştur. Tüm halkları birleştirmek için bir çatı unsur seçilmiş ve Türk ırkına dair simgeler "ortak ulus özellikleri" olarak kabul edilmiştir. Dil, mezhep, kültür, tarih, gelenek vs...Bunları bu topraklarda yaşayan hemen tüm halklar kabul etmiş ancak bir halk, Kürt halkı en başından beri kendi kültürünü ve dilini korumak istemiştir. Çok sayıda Kürt ayaklanması ve egemen unsurun cezalandırıcı faaliyetleri, halklar arasındaki ayrışmayı derinleştirmiştir ve günümüzdeki birbirini tamamen red etme noktasına kadar getirmiştir. Bugün Güneydoğu'ya gitmeyen biri, o toprakları hala batının illerinden biri gibi falan sanabilir. Ancak gerçeklik bundan çok daha farklıdır ve ulusalcılığa "ırk" boylamından bakan biri tarafından çok çok acı olarak algılanacak kadar keskindir. Ülkenin malum bölgesindeki halkın nerede ise tamamı kendisini "Türk" olarak görmememektedir ve görmeyecektir. Ne kadar keskin sözler edersek edelim bu değişmeyecektir. Oranın halkı "Kürt"tür! Bununla gurur duymaktadırlar ve bu onların hakkıdır! Kendi dillerinde eğitim almak, kendi kültür ve dinlerini yaşamak istemektedirler! Bunu şimdi değil yüzyılı yakın zamandır istemektedirler ve bu isteklerinin karşıt simgelerini, yani bayrağı, Atatürk büstünü düşman olarak görmektedirler. Bu o simgelerin gerçek birer düşman olmasından ziyade, Kürt halkına ırksal asimilasyon yapmaya çalışan egemenlerin en yoğun kullandıkları simgeler olmasından kaynaklanmaktadır. Kürt halkına yapılan korkunç işlerin faillerinin bu simgeleri ne kadar yoğun kullandığını düşünürsek, bu anlaşılabilir bir tepkidir.

Benim gibi "Ulus Devlet" kavramının hala en geçerli ve etkin bir arada yaşama yöntemi olduğuna inanan biri için, güncel olarak başarılı bir "Ulus Devlet" oluşumunun, ırk unsurundan halklar düzeyinde bağımsız olması gerekmektedir. Elbette bir çatı ulusun dil, tarih gibi özellikleri, o topraklarında yaşayan tüm halklar için iletişim ve bir arada yaşama aracı olmalıdır. Ancak her halk kendi dilini, dinini, geleneğini sonuna kadar yaşamak konusunda sonuna kadar özgür olmalıdır.  Buna en başarılı örnek Amerika Birleşik Devletleri'dir. İçinde çok sayıda ırkı barındıran bu ülke ortak bir dil ve din ekseninde, çatısı altındaki halkları birleştirmiş ancak onları değiştirmeye veya dönüştürmeye çabalamamıştır. Konu bu kadar basittir. Her fırsatta "Yeni Türkiye" diye anıran bilincin, "yeni" olarak tanımladığı muğlak ifadenin içini doldurması bu kadar kolaydır. Ancak "stratejik derinlik" akademisyenleri o kadar derin düşünmektedir ki, bizim yalın yaklaşımımız onların müthiş vizyonu karşısında çok ilkel kalmaktadır :)

Türkiye, bahsettiğimiz anlamda ırklar üstü, modern bir ulus devlet olmak için müthiş bir fırsat yakalamıştır. En başından beri ailenin aykırı çocuğu olarak kendini tanımlamış halk artık bir düşman tehditi altındadır. Türkiye'nin bahsi geçen düşmanı bertaraf etmesi ve tehdit altındaki halk unsurunu koruması çok ama çok kolaydır. Araya kan girmiş bir ilişkinin normalleşmesi için bir olasılık vardır artık. Bunu yapmanın tüm taraflar için getirisi, uzak durmanın vizyonsuzluğundan çok daha etkilidir. Lakin benim iktidarı ele geçirmiş, sünnist hastalıklıklı iktidar bu fırsatı görmezden gelmektedir çünkü onun hayalindeki büyük yapıda Kürtler ırk ve kültürleri ile değil, ancak mezhepleri ile var olacaktır.

Bir ulusalcı artık konuyu daha geniş irdelemek durumundadır. Geçmişte ne yaşanmışsa yaşanmıştır. Sürekli o günleri anmanın kanın durması için bir faydası olmadığı açıktır. Aynı şekilde Kürt halkının her gösteride yakıp yıkma geleneğinin de bir "kabullenmeme", hatta "red etme" geleneğinden geldiği inkar edilemez. Bu gelenek çabuk gitmez. Gezi eylemlerindeki "zarar" verme durumu çok çok düşük seviyede idi. Çünkü kitlesel demokratik tepki geleneği olmayan kesimin hareketiydi söz konusu olan. Gaza suya karşı ayakta durarak direnebilmek iddiasındaydı o kesim. Ancak Kürt halkı onyılların direniş pratiğine sahiptir. O yüzden yaptıkları geçmişin getirdikleridir ve öyle yargılanmalıdır.  Bunu lanetlemek bir çözüm değildir.

Bir ortak düşman çıkmışken, beraber onu bertaraf etmek halkları yakınlaştırır, birleştirir. En azından geçmişin öfkesini yatıştırır. Benim malum şerri iktidarımının aczi malumdur. Ancak içlerinde varsa azıcık akil ve kudretli bir kesim, en azından bu fırsatı görsün. Toplumsal barışımı sağlamak için yakaladığımız bu tarihi fırsatı harcamayalım. Konu gönderilecek 5-6 apache, kobra helikopterinin çözebileceği kadar basittir...yalındır.


Mehmet Pişkin...Bir İntiharın Kitlesel İzdüşümü

$
0
0

Bu sabah saatlerinde yayınladığı intihar mesajı videosundan sonra hayatına son veren 37 yaşında, başarılı bir profesyonel. Videosunda anlattıkları ve yaptıkları, facebook sayfasına gelen yorumların çeşitliliği ile önümüzdeki günlerde çok konuşulacak bir olay. Tam bir balyoz. Derinden sarsan bir hikaye. Benim de dahil olduğum o "okumuş ve sosyal çevresi zengin iş insanları" kümesinin bir üyesi olması ile pek çok arkadaşımın derin bir empati kurduğu ve hayatlarına dair bir çok şeyi sorgulamasına neden olan kişi: Mehmet Pişkin


Yakında kaldırılacağını düşündüğüm video burada:

http://www.youtube.com/watch?v=y_n8yVGjF6w



Videoda yaşama motivasyonunu kaybettiğini söyleyen Mehmet Pişkin'i bizzat tanımıyorum. Ancak benzer bir yaşam eğrisine sahip olmamız, duru ve açık yürekli anlatımı,  fikir dünyasına dair isabetli tahminler yapma olasılığımı arttırıyor. Tabiki tamamını da ıskalayabilirim, olasıdır. Yakınlarının affına sığınarak başlayalım:

Mehmet modern toplumların malum "yalnızlık" hastalığına tutulmuş yüzmilyonlarca, hatta milyarlarca insanının tipik bir örneği. Muhtemelen kendisine yol olarak gösterilmiş ve şekli şemali, kuralları çoktan başkaları tarafından tespit edilmiş yaşam eğrisinin içinde yürürken bir anda neden böyle yaptığını sorguluyor ve bu eğri dışında yaşanmaya değer bir başka yaşam eğrisine geçme çabasını dahi göstermeden yaşamına son veriyor. Acaba bu çabasızlık, enerjisizlik durumu nereden geliyor? Acaba bize doğdumuz anda gösterilen ve eğer sonuna kadar gittiğimiz takdirde harika hayatlarımız olacağı iddia edilen o yolda bir vampir var ve biz yürürken bizim sorgulama ve yön değiştirmeye dair tüm enerjimizi damarlarımızdan çekip alıyor mu? O yolda ilerledikçe algılarımızın tamamını kapatan daha fazla enstrümanı, yani arabaları, evleri, daha fazla arkadaşı, zengin cinselliği, son teknoloji televizyonları, telefonları, sosyal medyayı, extreme sporları, başarı plaketlerini, gözlerinin içine bakan yeni mezun insanları, aileyi, çocuğu vs tam zamanında adımlarımızın önüne koyarak bizim dikkatimizi sürekli aynı çizgide tutmamızı ve itaatimizi sürdürmemizi sağlayan o gizemli güç nedir? Mehmet gibi iç enerjisi yüksek, araştırma, öğrenme eğilimi yüksek olan bir karakteri hangi güç seçimsiz bırakmış olabilir? Hangi güç artık onun araştırmasına gerek olmadığını söylemiş olabilir?

Belki duygusal bir nedeni var. Belki videoda açıklamadığı veya üstü kapalı değindiği bir ilişkisi sonrasında içine düştüğü durumdan somut bir çıkış bulamadı. Ancak yoğun bir acı çektiğine dair bir işaret vermiyor videoda. Daha çok büyük bir manasızlıkla yüzleşmenin hafif şaşkınlığı var. Bu kadar büyük manasızlığı sanki beklemiyormuş, ona verilen verilen sözler öyle demiyormuş da, öyle kalakalmış gibi. Yaptığı her şeyin en iyisini en yükseğini yapmayı alışkanlık haline getirmiş birinin aslında bir son büyük hırsı mıdır bu intihar? "Eğer karşıma manasızlık çıktıysa onunla karşılaşmış insanların tamamından daha büyük bir tepki vermeliyim. Diğerleri gibi, her şeyin manasız olduğunu bile bile işe gidip gelmek, yemek yemek, arada depresif şiirler, yazılar yazmak durumunda olamam. Manasızlık, Mehmet Pişkin'le karşılaşmanın bedelini ödemeli ve tam hakettiği cevabı almalı. Beni diğerleri gibi avucuna alıp her gün sıka sıka suyumu çıkaramaz. Ona bu hazzı yaşatmam!" düşüncesi midir acaba Mehmet'in aklındaki? Verilebilecek en yüksek tepkiyi vermek belli ki onun tipik davranışı. Tüm donanımı bu tepkileri verebilmek üzerine. Ve verdi o tepkiyi...

Peki, düzen buna hazırlıklı mı? Hayal edin...düzeni kuranlar ve işletenler, önümüze koydukları eğlence enstrümanları ile, ki yukarıda bunlardan bahsettim ancak siyaset, din gibi soyut kavramları da ekleyebiliriz, kitleleri istediği doğrultuda tutabileceği iddiasındadır. Özgüvenleri tamdır çünkü insanlık tarihi boyunca bu mekanizma çok az teklemiştir. İnsanların bunaldığını hissettiği anda bir yalan isyan enstrümanı daha çıkarmış ve aslında tüm mekanizmanın sadece bir dişlisi daha çevirdiğini farketmeyen bunalmış kitlelerin stresini almıştır. Sosyal medyada isyan etmek buna tipik bir örnektir. Veya sonunda egemenler tarafından çok rahat şekilde bastırılan "yumuşak" kitlesel gösteriler, yardım faaliyetleri, hararetli masa başı sohbetleri dahi bu büyük mekanizmanın birer çarklarıdır. E Mehmet bunu farkettiyse şimdi ne yapsın allasen? Madem manasızlıktan çıkış göremiyor...

Öyle mi? Mehmet'in kararına saygı duymakla beraber onun gibi düşünmüyorum. Yaşam nasıl bir mengene içinde sıkışmış olursa olsun güzel bir duygu. Nefes almanın, havayı doya doya içeri çekmemizin bir nedeni var. Vücudumuz milyar milyar hücreden oluşan bir organizma ve o organizmanın her bir hücresi, kozmosun müthiş sistematiğinin kendisine yüklediği misyonu gerçekleştirmeye çalışıyor: Yaşamak ve çoğalmak. Temelde fazlaca tesadüfün bir araya gelmesinden ibaret bir fizik ve kimya kuralları gerçekliği olduğunu düşünsemde, sonuçta böyle bir istek var her hücremizde. Yaptığımız her şey, her bir hücremizin bu güdüsünü tatmin etmek içindir. Çalışmak, iyi besinler almak, başarılı olup haz hormonları ile o hücreleri yıkamak, başarılı olmanın sonunda ideal eşi bulup onunla çoğalmak vs vs. Bu durumda ben her bir hücreme karşı sorumlu muyum? Evet öyleyim çünkü aslında "ben" yokum. Ben o hücrelerin biraraya gelerek, daha iyi yaşamaları için oluşturduğu devasa bir robotum. Ben sanal bir karakterim. Aynı Türk milleti, Hristiyan alemi gibi bişeyim ben. Bana dokunamazsın. Elini uzattığında dokunduğun sadece bir kaç yüz hücredir. Ve benim dokunuşuna verdiğim tepki, o hücrelerin kendileri ve kader ortaklığı yaptığını bedenin diğer hücrelerinin güdüsünü gerçekleştirmek üzere, evrim marifeti ile oluşturdukları iletişim yol ve yöntemlerinin kullanılmasının sonucunda gerçekleşir. Verdiğim tepki niteliği ve niceliği ise yine tüm hücrelerimin faydasını ayrı ayrı en çoklayacak şekildedir. Bu durumda ben yokum, onlar var.

Peki ben yoksam her şey manasız mı oluyor? Mehmet bunu mu düşündü. Belki...Ama manasız olmadığına inanıyorum. O temel fizik ve kimya kurallarının bizzat kendilerinin bir mana oluşturduğuna inanıyorum. Hücrelerim hayatta kalmalı ve çoğalmalı. Dünyanın ilk evrelerinde oluşan ilk canlı hücreler korkunç fiziksel koşullar altında ezildiler. Sıcaklık, zehirli gazlar, radyasyon vs. Bu yüzden tek hücreli yaşam yaklaşık 3.5 milyar yıl boyunca kendisine sağlam bir hayatta kalma yolu aradı ve çok hücreli organizma oluşturacak başarıya erişti. Etrafınızdaki renkli ve nerede ise sonsuz zenginlikteki çok hücreli yaşam dünyasının sadece 600 milyon yıllık bir tarihi olduğunu söylemem sanırım yaşamın başarısı konusunda hepimizi umutlandıran bir bilgi. Başarıyoruz. Tüm sıkıntılara rağmen hep beraber olduğumuz zaman başarıyoruz, yaşıyoruz.



Mehmet bu birlik duygusunu mu yitirdi? Yalnız mıydı? Belli ki görünen düzlemde değil ama derinlerde gayet yalnızdı. İnsanlar like tuşu ile yalnız olmadıklarını düşünecek kadar çaresizleşti. Kozmetik çözümlerle kapatıyorlar yalnızlıklarını ve yine yukarıda bahsettiğim düzenin sağladığı kozmetik enstrümanlar bunlar. İstediği kadar hoş bir ofisi olsun, renkli toplaşmalar, partiler olsun, sosyal medyadaki arkadaş sayısı onbinler olsun bir insan yalnız olduğuna karar verdiği an yalnızdır. Her bir hücresinin içinde var olan birlikte hareket etme duygusu artık o hücrelerin avatarında, yani ortak bilincinde kendine yer bulamıyor demektir.

Ben ortak hareket ederek yaşama sevincini çoğaltma taraftarı olan biriyim. Mehmet'e katılmıyorum. Ancak onun bu cesur hareketine saygı duyuyorum. Bu hareketin sonunda onlarca intihar bekliyorum. Evet...malesef bekliyorum. Ummuyorum ama bu kaçınılmaz. İntihar haberlerinin dahi intihar sayılarını arttırdığı bilimsel olarak ispatlanmış durumda. Mehmet gibi, büyük ve bireysel yalnızlığı en derininde yaşayan bir kitlenin tipik bir temsilcisinin çok duru bir anlatımla seçtiği çıkış yolu, benzer sorgulamaları yapan bir çok insana kestirme bir yol sunuyor şu an. Duyacağız göreceğiz...sonra azalacak. Ölmenin de bir çözüm olmadığı anlaşılacak.

Çözüm ne mi? Yaklaşmak...birbirimize yaklaşmak...tensel ve şekilsel mananın çok ötesinde bir derinlikle yaklaşmak.

6 Maddede Yandaş Gazeteci Tanıma Kılavuzu

$
0
0

AKP'nin, sadece çoğulculuk prensibine dayanan zeka özürlü ve tek boyutlu demokrasi anlayışı sonucu Türkiye'nin geldiği nokta malum. Yasama, yürütme, yargı, başkumandanlık ne varsa hepsi bir kişinin emri altında artık. Ülkenin hemen tüm doğal ve doğal olmayan kaynaklarını hunharca sömüren bir 1%'lik yeni burjuva kesimi, 49%'luk bir diğer kesimi yağma düzenine sanki ortaklarmış gibi inandırmış ve onların oy desteği ile çarkını umarsızca döndürmeye devam ediyor. Çoğunlukla belediyede verilen düşük ücretli bir iş, kaçak inşaata ruhsat, kömür, yiyecek yardımı gibi kimseyi düzlüğe çıkarmayacak ancak kendisine bu kozmetik güzellikleri sunanlara bağlı kalınmasını sağlayacak ıvır zıvırla kelepçelenmiş 49%. Bu kitle kısa vadeli bireysel menfaati uğruna ülkeye yaptığı kötülüğün ne olduğunu çok da uzun olmayan bir zamanda görecek. Bundan kimsenin kuşkusu yok. Ancak yine de bir ülkenin yarısını kocaman bir yalan dünyasının içine sokup, beynini önce boşaltıp sonra çar çöple ağzına kadar doldurup sandığa göndermenin ne kadar zor bir iş olduğunun hakkını vermeliyiz. Düşünün, bu kitle Cumhurbaşkanı'nın Birleşmiş Milletler toplantısında dünya liderlerini kürsüden azarladığını sanıyor, gezi eylemcilerinin üstü çıplak ve deri pantolonla dolaştığını biliyor, İstanbul trafiğini Geziciler tıkıyor, suyunu Geziciler bitiriyor sanıyor. CHP'nin camileri kapattığını, inançlıları kurşuna dizdiğini filan sanıyor. Gelmiş geçmiş en büyük faşistlerden biri olan Menderes'i demokrat bir insan sanıyorlar. Ortadoğu'da yaşananların sorumlusunun sadece Esad olduğuna bile inanmışlar. Bir kuruş vergi vermeyen Reza çok saygıdeğer, Türkiye'nin ekonomisini kurtarmış bir işadamı onlar için :)))))

Peki bu derece manyak bir absürtlükler komedyasını gerçek sanıp sahiplenmek nasıl bir süreç sonunda gerçekleşir. Beyin yıkama teknikleri ile. Kitle iletişim silahlarını amacınıza uygun bir şekilde kullanmanız gerekir. 12 yıldır AKP bunu çok iyi bir şekilde yapıyor. Gücünü arttırdıkça daha fazla televizyon kanalını, gazeteyi, internet sitesini kendi tarafına çekiyor. Yandaş basın kuruluşu listesi her geçen sene uzadıkça, işinden kovulan veya tehditle yazılarındaki, yayınlarındaki muhalif vurguları yumuşatmak zorunda kalan gazeteci sayısı artıyor. Onların boşluğunu yeni yeni yüzler, bir acayip "yandaş" gazeteci tipi dolduruyor. Bu yandaş gazeteciler kendilerine söylenen işi öyle iyi yapıyorlarki bazen ben bile takdir ediyorum. Ancak detaylı bir incelemeden sonra aslında hepsinin birbirinin aynısı olduğu ortaya çıkıyor. Bu yandaşlar arasında, 12 yıllık dönemin son 2 yılına kadar birer "kullanışlı aptal" olarak AKP politikalarını desteklemiş ve sonradan tamamı pişman olup ağlayan, çoğu işinden olan liberal yazarlar artık dahil değil. Onlar da artık muhalif ama ne köşeleri kalmış ne televizyonlarda görülüyorlar.  Nuray Mert, Altan kardeşler, Hasan Cemal gibiler konumuz dışındalar yani. Şimdiki yazımız başından beri "yandaş" olmuş, veya bir dönem muhalifken, paranın sıcaklığının cazibesine kapılıp bir anda "yandaşlaşmış" gazeteciler ile ilgili.

1.BIYIK VEYA SAKAL



Yandaş gazetecilerin çoğunun ortak özelliği erkeklerde ya bıyık, ya sakal olması. Sakal daha çok dini inançlı olduklarının vurgusunu yapmak ve kitleleri nefretle doldurdukları "beyaz Türk" imajından olabildiğince uzaklaşmak için konulmuş. Bu fiziksel tanıma uymayan yandaşlar ise "Diğer mahallenin doğruyu görmüş aslanları" sıfatı ile en yüksek tirajlı gazetelerinin baş köşelerinde yazıyor. Mehmet Barlas, Engin Ardıç, Etyen Mahçupyan, Emre Aköz, Rasim Ozan Kütahyalı bahsettiğimiz ikinci kesime giriyor. AKP'yi destekleyen 50%, yaptığı pis işin doğruluğuna kendini inandırmak için böyle toplumsal kanıtlara ihtiyaç duyuyor. Hatırlıyorum küçükken Neil Armstrong ayda ezan sesi duymuş, müslüman olmuş dedilerdi ne hoşuma gitmişti. Salak salak inanmıştım. O zaman bana göre rakip olan bir medeniyetin çok önemli bir üyesinin doğru yolu, yani benim de inandığım yolu bulduğunu düşünmek içimi rahatlatmıştı. Bir AKP'linin, Ermeni cemaati içinde zerre saygınlığı kalmamış Etyen'nin başdanışman olmasından duyduğu gururdan farkı yok. Cayır cayır yanan kompleks ateşine atılan bir odundan başka bir şey değil bu. Ha bu arada Neil Armstrong ne müslüman oldu, ezan sesi duydu:

http://www.dunyabulteni.net/haberler/224073/neil-armstrong-musluman-oldu-efsanesi




2.BAĞIRIŞ ÇAĞIRIŞ İLE KARŞI TARAFI SUSTURMAK, ÖFKE KUSMAK DALINDA İLK 3 YANDAŞ

Bu kategoride Mehmet Metiner açık ara önde. Çağrıldığı tüm programlarda gramofon seviyesindeki kulak tırmalayan yüksek ses tonu ve  karşısında bir şeyler söylemeye çalışan meslektaşlarının daha ilk kelimesinin birinci hecesinde araya girerek kendi iç organlarındaki ortaya dökme sanatında dünyanın kabul ettiği bir yetenek. İki kelimesi, cümlesi, paragrafı hatta iki ayrı soruya verdiği cevaplar arasında bir milim bile ses boşluğu olmayan biri. Moderatör onun susmasını beklemez, ikinci, üçüncü soruyu sorar o hiç durmadan aynı cevabı verir. Bir de ana stüdyoya çağırmayıp, diğer kentteki stüdyodan bağlıyorlar ya, o tam felaket. Teknik nedenlerle ana stüdyodaki 4 kişinin konuşma gücü ile onun bağırma gücü aynı derecede oluyor. Hatta çoğu zaman o bastırıyor. Örneğin siz İstanbul stüdyosunda daha "leb" dediğinizde o "PARALEL YAPI!" diye bağırarak, Ankara'dan sözünüzü keser, millet düşmanlığı, vatan hainliği, kalleşlik kelimelerinin farklı diziliş ve vurgularından oluşmuş 985 cümle ile 7-8 dakika konuşur. Siz hala bir "Çorum" diyememenin karın sancısı ile moderatörden yardım isterken, moderatörün çaresizce size baktığını ve gözlerinden akan iki damla sinir gözyaşını görürsünüz. Eğer programınıza Mehmet Metiner'i çağırmak gafletine düşmüşseniz ömrünüzün geri kalanında ağır radyasyona bağlı karaciğer, böbrek, lenf bezi hastalıkları ile karşılaşmanız olasıdır. Psikologlara dökülecek tonlarca parayı saymıyorum bile.

Metiner'i Fatih Tezcan izler.  Sünni İslam bilgisi çokça olduğundan, aslında başka bilgisi de pek olmadığından tüm konuşma ve yazılarının Allah ve Peygamber odaklı olduğunu görürsünüz. Aslında onlar ne konuşma, ne yazıdır. Her biri bir cihat çağrısı tadındaki bu garip şeyler bir an bağımsız kalsalar, yurda dağılır her biri 5-10 tane ateist, zerdüşt, CHP'li kafası keser, onun önüne bırakır. Fatih de gururla eserlerinin eserlerini hediye olarak kabul eder, arkasındaki duvara asar.

Evet...sizi duyar gibiyim...hiç bahsetmeden geçer miyim :)))


Nagehan ve Rasim çifti Türkiye'nin gelmiş geçmiş en özel ses karakterine ve merkezi sinir sistemine sahip gazetecileri. Mesela Nagehan'ın Altan Öymen gibi olağanüstü sakin, bilgili ve deneyimli bir gazeteciyi nasıl çileden çıkarttığını adım adım incelediğinizde çok ilginç şeyler görürsünüz. Üstelik adam bildiğin yaşlı, saygı dur bari. Metiner'in her konuyu paralele getirme ısrarını aynen özümsemiş ve bol keseden kullanan bu çiftin çok zengin(!) kültür çantalarından çıkan diğer safsatalar adeta bir lokomotif edasında gelir ve stüdyoyu darmaduman eder. Üç mesai arkadaşına canlı yayında parmağını uzatıp, bağırarak "HEPİNİZ VATAN HAİNİSİNİZ!" demesi ile hedef gösterme konusunda Akit gazetesini kıskandıracak bir seviyeye erişmiş olması tüm yandaş camiasında takdir edilir ve yandaşlığın zirve noktası olarak kabul edilir. Nagehan'dan farklı olarak, Rasim'in münasebetsiz esprileri stüdyoda sık sık "ne oluyor???" havası estirir. Futbolla ilgili basit bir konuyu önce etnik kimlik farklılıklarına, ardından Ergenekon'a bağlayan ve en sonunda RTE'nin ne kadar başarılı olduğunu vurgulayan bir cümle ile biten yorumlar öyle yüksek ve inişli çıkışlı bir ses tonu ile dillendirilirki, programı seyrettikten sonraki 5 gün boyunca duyma yetiniz eski seviyesine ulaşmaz. O ses kafatasınızın içinde yankılanır, yankılanıııır, yankılanıııııır. Böyle bir durumda kulağınızdan kıllı bir kütle düşene kadar tek ayak üzerinde, kafanızı yana eğerek zıplamanız tavsiye edilir.

3.MÜTHİŞ(!) TARİH BİLGİSİ

Bunların ekseriyetinde tarih bilgisi kıt olduğu veya onbinlerce yıllık diyalektik tarihi birer instagram fotoğrafı gibi küçük hafıza kartlarında sakladıkları için, AKP öncesinde ülkenin taş devrinde olduğunu, şimdi ise Mars'a Amerika'dan önce ayak basacak hale geldiğimizi iddia ederler. Eski taş devrinin sorumlusu ise kesinlikle Askeri vesayet ve onun destekçisi CHP'dir. Beyaz Türkler denen çok okumuş, hali vakti yerinde burjuva kesimi hunharca kendilerinin rızkını yemiş, semirmiştir. Onlar hep çok aşağılık olmuştur.  80 darbesinde ezilen tek kesimin dindarlar olduğunu herkes bilir. Ancak aynı darbede CHP'nin kapatılmış olmasından, hapislerde çürüyen, işkence ile ölen onbinlerce solcudan bahsedilmez bile. Ha bi de askeri cuntanın Sünni İslam pratiklerini zorunlu din dersi olarak koymuş olmasından hiiiç haberleri yoktur nedense.  CHP Kuran'ı, ezanı yasakladı sanırlar. Her konuştuklarında AKP iktidara gelene kadar sanki ülkeyi tek başına CHP yönetmiş, 2002 senesinde çok partili sisteme geçilmiş ve millet ilk defa seçim yapıp gönlündeki partiyi ve lideri seçmiş gibi konuşurlar. 1950'den beri ülkeyi AKP'nin öncülü sağ partilerin yönettiğinin farkında değillerdir. AP, DYP, ANAP, REFAH filan hiç iktidar olmamıştır. DP ise iktidar olmuş ama memleketi 10 yıl boyunca mahvetmemiş, öyle bir kaç ay iktidarda kalmış sonra darbe olmuştur zaten. Çoğu tarihsel vurguları Hz.Muhammed ve hemen sonrasındaki savaşlardan oluşur. İttihat ve Terakki'nin yüce Osmanlı İmparatorluğunu yok etmek üzere kurulmuş dış mihraklı bir örgüt olduğunu tekrarlayıp dururlar. Halbuki İttihat Terakki'ye gelene kadar ne İmparatorluk kalmıştır ne "devlet" olarak tanımlanabilecek bir yapı. Osmanlı'nın dünyaya hükmettiğini, barışçıl olduğunu filan iddia etmeleri ile gözleri kapanır ve hırıltılar ile doruklara ulaşırlar. Bugün dünyanın her yerinde, hatta o çok sevdikleri Ortadoğu coğrafyasından bile Osmanlı'ya duyulan nefretin sebeblerini bilmezler. Gittikleri yerlerde askerleri herhangi bir isyan durumunda rahat ulaşsın diye yol, köprü yapmak ve gayri müslimlerden vergi toplamak dışında bir faaliyeti olmamış Osmanlı'nın yağmacı felsefesinin burnunun dibindeki Anadolu topraklarını bile nasıl aç, nasıl sefil bıraktığını hiiiiç bilmezler. Nagehan'ın Che Guevara'yı eli kanlı bir cani olarak anlatması ile instagram filtrelerinin artık harikalar yaratabiliyor olması arasında zerre fark yoktur.

Yandaş bir televizyonda 3 yandaşın engin tarih bilgisi...

http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/200403/yandas-tvde-3-yandasa-tek-basina-kafa-tumak

Aha yandaşın Che bilgisi...

http://www.youtube.com/watch?v=ktixznPktO4

RTE 6-7 Eylül olaylarını CHP zamanında oldu sanıyor...

http://www.youtube.com/watch?v=3mc0trRL9C0



4.KOMPLO KOMPLO ÜSTÜNE!

Ezelden beri düşman olan ve iki dünya savaşı çıkartmış daimi Habil ve Kabil kardeşler Almanya ve İngiltere'nin bir olup yükselen Türkiye'yi durdurmak için müthiş planlar yaptığını ve bu planları ele geçirdiğini iddia eden gazeteci başdanışman olduğuna göre bu "komplo!" işi güzel çalışmaktadır. O zaman salla!

Soma'daki maden kazasını paralellere bağla!
20 yıldır AKP'nin yönettiği ve çözmek bir yana iyice içine ettiği İstanbul'un trafik sorununu Gezicilere bağla!
Masonlar!
İlluminati!
Durma devam et!
Dış mihraklar, faiz lobisi, beyaz Türkler! Her biri organize korkunç gruplar! Bir ara beni hayatımda sadece bir kez yakından gördüğüm ve hala tanışmadığım Mustafa Sarıgül'ün adamı yapmışlardı, hatta dönemin Başbakanının önüne koymuşlardı. O da prompterdan ne çıkıyorsa onu okuduğu için beni bununla itham etmişti. Sarıgül ve gizemli örgütüüü...vaaaay...kesin kedi kesiyoruz :))))
Cemaat tarafından hazırlanmış, pişirilmiş ve bu ufak beyinliler kullansın diye hap bilgilerle önlerine konmuş (Mesela bu şer gruplarının bilgisayarlarında "Darbede aranacaklar" isimli dosyalar filan var. Bu gruplar o kadar zeki üyelerden oluşuyorlarki darbe planlarına böyle isimler veriyorlar.)  Ergenekon, Oda TV gibi mihrakların artık geçerli olmadığını ve millet nezdinde heyecan uyandırmadığını bildikleri için çantalarından hiç çıkarmıyorlar. Çünkü önlerine artık cemaatten yalan servisi yapılmıyor. Yazık...Cemaatin nispeten okumuş komplo teorisyenlerinin, nispeten daha komplike ve gelişkin ürünleri olmayınca parmaklarını prize sokarak beyin hücrelerini canlandırıyorlar ve vücutlarının kaba bir taraflarından kendi komplolarını çıkarıyorlar. Onlar da "Geziciler musluğu açık bırakıyor!" seviyesinde oluyor ancak. Sifonu çekince döne döne gidiyor.


Gezinin hiç bir zaman yakalanamayan ajanları ile ilgili nefis bir kurgu haber...

Cemaatle araları bozulunca AKP polisinin yediği b.kların tamamını cemaate atmaya çalışan yandaş basın




5."MUHALEFET BU MİLLETİ ANLAYAMIYOR!"

He canım he...anlamıyoruz. Sen o kadar zeki, o kadar empati dolu, öyle bıcı bıcı bir sosyal böceksin ki herkesi anlıyorsun, herkesin derdine çare üretiyorsun. O yüzden bu ülkenin 50%'si senden iliklerine kadar nefret ediyor, her gün ölmeni diliyor, sokaklarda senin gitmen için her gün gaz yiyor, gözünü kolunu bacağını kaybediyor, hatta ölüyor. Çok zeki bıcırık seni.

İyi bir yandaş olmak için mutlaka ama mutlaka bu "Milleti anlamıyorsunuz" mottosunu tekrarlamanız lazım. Eteğini öptüğünüz partinin, milletin tüm dertlerini anlayacak ve çözüm üretecek kapasiteye sahip olduğunu tekrarla dur. Muhalefetin millete uzak olduğunu, üst perdeden baktığını, aynı dili konuşamadığı söyle...bıkmadan söyle...

Bu gerizekalıların en gerizekalı tarafı, bizi gerizeka, kendilerini süperzeka sanması. Sevgili YANDAŞ! Biz milletin ne istediğini çok iyi biliyoruz ancak senin gibi ahlaksız olmadığımız için çözüm üretemiyoruz, çaresiziz. Biz halkın yarısının rızkını, diğer yarısına peşkeş çekemiyoruz. Sırf bize oy versin, bizim yağma çarkımız durmasın diye siyasi rüşvet dağıtamıyoruz. Kaçak binaya ruhsat veremiyoruz, partimize oy vermesi karşılığında fakir fukara yardımı bağlayamıyoruz, kömür dağıtamıyoruz. Biz bunu yaptık mı herkes için yaparız diyoruz ama o sana oy veren 50% buna razı değil. Biz devlet kadrolarını kardeşlerimizle, akrabalarımızla dolduramayız diyoruz. Biz miting meydanlarında alkış almak için 14 yaşında oğlu taze ölmüş anneleri yuhalatamıyoruz. Biz halka "beni seviyorsan takla at" diyemiyoruz. Biz herkesin inancına duyduğumuz saygıdan bir dinin, bir mezhebine ait duaları miting meydanında tekrarlayıp durmuyoruz. Ateistlere, zerdüştlere, alevilere karşı insanları kışkırtamıyoruz. Biz milletin bir yarısını "benim", diğer yarısını ise "onlar" diye tanımlayamıyoruz! Biz 3 dil bilen Cumhurbaşkanı adayına sırf seçmenimizin  egosunu  okşamak için "tercüman" diyemiyoruz. Nişantaşında, Bağdat Caddesinde oturanları "ukala, kendini milletin efendisi sanan züppeler!" diye tanımlayamıyoruz. Milletin içkisine, kızlı erkekli yaşamasına karışamıyoruz. Biz senin gibi 5 para etmez, çapsız, ahlaksız ve yalancı yandaş gazetecilere, gazetelerin baş köşelerini, televizyonların makbul programlarını veremiyoruz.

Özetle senin o seçmeninin ne istediğini çok iyi biliyoruz ama yapamıyoruz. Bizim ahlak seviyemiz öyle bir seviyede ki, dibinde oturduğun çukurdan ne kadar yukarı bakarsan bak onu göremezsin.

Gerizeka.

6.TEKRARLA TEKRARLA! TÜRBANA ÖZGÜRLÜK! TEKRARLA!

"Türkiye daha özgür!" söylemi, her yandaş gazetecinin sıkıştığı noktada cebinden çıkarıp masaya vurduğu, lakin 12 yıldır masaya vurula vurula her tarafı yamulmuş acayip bir argümandır. Yüzlerce işsiz, hapse düşmüş gazeteci, devlet tarafından toprağın altında sokulan 13-14 yaşında çocuk bedenleri, telefonla haber yerleştirme, gazeteci azarlama ve kovdurma, gazete patronlarını miting meydanlarından tehdit etme, yıllarca ne ile suçlandığını bilmeden hapislerde yatmış, orada kanser olmuş, ölmüş insanlar, sosyal medyada muhalif düşüncesini söylediği için işinden kovulan sade vatandaşlar, "Cemevleri ibadethane değildir!" söylemleri, Tosun Paşa'nın hamam sahnesini sansürleyecek kadar yoz bir ahlak görüşü gibi bir takım istenmeyen görüntüler ortadayken "Türkiye daha özgür!" diyebilmenin toplum nezdinde tek bir inandırıcı enstrümanı kalmıştır: TÜRBAN! Ulu Mitra, ne kadar zekice! Sağolun varolun! Eğer siz bunu söylememiş olsaydınız ben Türkiye'de hiç özgürlük kalmadı sanacaktım! Halbuki tam özgürmüşüz ya biz! Türban özgürse ülke tam özgürdür değil mi? Bak yıllarca acı çektiler, ülkemizde okuyamadı kız çocukları, adamın kızı tuvalet penceresinden girdi türbanı yüzünden filan. Devlette işe giremediler, askeriyede yükselemediler. Doğru...Her kelimesine katılıyorum. Sizden ulu Mitra razı olsun. Yukarıdaki acayip antidemokratik şeyleri tek bir vuruşla yok edecek müthiş silah! TÜRBAN! Vay be! Niye biz hiç böyle düşünmedik?!! Türban özgürse ülke özgürdür. Twitter'a, face'e ne gerek var kapat gitsin, ama Türban özgürse dert değil. Mezhebi yüzünden işinden kovulan, terfisi verilmeyen, emekli edilen devlet memurlarının ne önemi var canım?! TÜRBAN özgür! Tekrarla durma! Senin hitap ettiğin o 50%'nin en büyük derdi o çünkü. Sen TÜRBAN dedikçe o kitle mutlu oluyor ve diyorki "Allah Allah? Özgürüz işte, TÜRBAN serbest. Bu anarşikler ne istiyorki şimdi, pis vandallar"...Aynen böyle diyorlar...Yakaladın değil mi empatiksizlik damarını aslan yandaş, yürü oradan!

TÜRBAN! TÜRBAN! TÜRBAN!

http://www.beyazgazete.com/video/webtv/televizyon-40/liseli-kiz-ogrenciler-ozgurce-turban-takabilsinler-247980.html

http://www.youtube.com/watch?v=y8wZZqbyqEk

Türbanlı bir yandaşın alkol karşısındaki faşist tutumu

http://www.youtube.com/watch?v=SNhZhZHzLoQ


Ey 50%, türban sadece senin kafanda değil aynı zamanda gözünde. Birazcık yukarı çektiğin gün bu yazının ne demek istediğini anlayacaksın. Sağlıcakla kal.



Karşı Devrimi Karşılıksız Bırakmanın Anahtarı Atatürk'ü İnsanlaştırmaktır.

$
0
0
Atatürk'ün en büyük başarısı, yüzlerce yıllık Osmanlı yozlaşmasına maruz kalmış, aklı rehin alınmış, kendini ümmet olarak tanımlayan bir topluma "Ulus", toplumu oluşturan her bir insana ise "Birey" olmayı öğretmek konusunda aldığı yoldur. Bunu döneminin şartları içinde yapılabilecek en yumuşak şekilde yapmıştır...ki onun bu yöntemleri bugünün değerleri için kuşkusuz çok serttir. Ancak durumsal ve dönemsel yargılara sahip olmamızı sağlayan yine onun bize öğrettikleridir. Eleştirmeden önce yapılması gereken onun döneminde dünyada yaşananları okumak bilmektir. Sözde dünyanın en medeni, en demokrat ülkeleri dahi sömürgelerinde sonsuz kıyımlar yaparken, onun ölümünden bir kaç yıl sonrasında koca koca mağrur devletler birbirine endüstriyel savaşlar açıp, toplu katliamlara girişirken, kibrit ucu kadar hassas dengelerin olduğu Anadolu topraklarında bir ulus yaratmak kolay değildir. Elbette onun takipçileri, onun kadar bilgili ve muktedir olamamışlardır ve devrimlerini aşındıra aşındıra, suistimal ede ede günümüzdeki berbat duruma kadar getirmişlerdir. Adına "Yeni Türkiye" dedikleri bu ucubenin Atatürk'ün 21.yy için Türkiye'ye öngördüğü organizasyon olmadığı açıktır. Ancak unutulmamalıdır, tüm bu pisliğin ve irinin temizlenmesinin yolu Atatürk'ün 1920'lerde ve  30'larda yaptığı devrimlere sarılmak, yeniden onları yürürlüğe koymak değildir. Dünya değişmiştir, hem de çok değişmiştir. Hayatta olsaydı, Atatürk gibi devrinin önünde giden bir liderin kuruluş dönemi devrimlerini, gelişim dönemi devrimlerine evrimleştireceği çok açıktır. O bir entellektüeldir ve entellektüeller içinde bulundukları topluma zamanın en ileri değerlerini gösterirler. Ben Atatürk'ün akla, mantığa ve bilime dayanan felsefesinin bir toplumun ileriye dönüşümü için bir zaruret olduğuna inanıyorum. Atatürk diktatör müydü? Kuşkusuz öyleydi...Atatürk elitist ve tepeden inmeci modernist miydi?  Kesinlikle evet...Atatürk keyfine çok mu düşkündü? Hem de nasıl!...Atatürk baskıcı mıydı? Öyle...Bugün geçmişe bakıp bunları söylemek çok kolaydır çünkü artık dünyaya farklı bir vicdan ve akıl penceresinden bakıyoruz. Aynı güncel akıl ve vicdan penceresinden günümüz liderlerine bakıldığında Atatürk'ün 1930'lardaki performansının yakınından bile geçemediklerini görürsünüz. Kabile tipi yağmacılık, talan, zorbalık, toplumu kutuplara bölmek, sonsuz din sömürüsü, ahlaksızlık güncel liderleri ve onların "Yeni Türkiye" dedikleri ucubeyi tanımlayan sıfatlar olmuştur.
Kurtuluş için Atatürk tarzı ancak farklı söylemleri olan bir devrim gereklidir. Belki yine tepeden inecektir, belki baskıcı olacaktır. Çağımızın liberallerini dehşete düşürecek kadar ürkütücü olacaktır. Ancak toplumsal zelzelenin durması için sepeti sallamak gereklidir. İçeride ne varsa tersyüz olacaktır fakat tüm taşlar yerine oturacaktır.
Bu yazdıklarım övgü mü, yergi mi diye düşündüğünüzü biliyorum. Düşünmeyin...Övgüdür. Sadece sembollerle konuşmadan, ululaştırmadan, onun istediği gibi, yani akıl süzgecinden geçirilmiş ve bir çok boyutu düşünülmüş bir değerlendirme sonucu ortaya çıkan kendimce bir övgüdür. Onu ve devrimlerini böyle değerlendirdiğiniz zaman, kendi akıllarındaki ortaçağ düzenini getirmek için onu günümüz ileri toplumların değerlerine göre yargılayıp duran ve ellerini ovuşturarak çözülüp, un ufak olmasını seyreden yağmacı tayfanın aşağılık ideologlarının bir anda boşa düştüklerini göreceksiniz. Şaşıracaklar ve çantalarında size verecek cevap setleri olmadığı için avala bağlayacaklar. Bugüne kadar bizim Atatürk'ü ululaştırmamızdan faydalandılar karşı devrimci denen bu aşağılık güruh. Onların yolunu kolaylaştıranlar ise hep sorgulamayan muhafazakar Atatürkçülerdi. Sorgulanmayan bir ululuk sembolünü yıkmanın yolu karşısına daha ulu semboller çıkarmaktır. Allah, peygamber, halife gibi. Eğer biz Atatürk'e yapıştırdığımız etiketleri sökmezsek savaşın sonu bellidir. Antitez olarak öne sürülen sembollerin çok daha kuvvetli, köklü olduğu gerçektir. Karşı devrimcilerin "Liderler korna ile uğurlanmaz, Fatiha ile uğurlanır!" argümanının toplumun geniş kesimlerinde kesin bir karşılığı vardır ve olacaktır. Korna ile Fatiha'yı yenemezsiniz. Yapılması gereken Atatürk'ü bu ucuz oyun alanından çekmektir. Dini öğretinin temeli karşıtlıklardır. İyi kötü, müslüman kafir, bizler onlar vs. Zıtlıklar olmadan zehirli ideolojilerini yayacak enstrümandan mahrum kalacaklardır. Bırakın onları kendi haline, antitez kadrosundan çıkarın Atatürk'ü ve nasıl başı koparılmış hamam böceği gibi kaldıklarını görün. Örnek mi istiyorsunuz? Bakınız ortadoğu! Bugün ortadoğu tüm aydınlanmacı, modernist felsefeyi yenmiş ve zaferin verdiği ivme ile iyice vahşileşmiş bir ortaçağ düşüncesinin esiridir. Karşısına çıkarılan veya kendi içinden çıkarılan tüm modern sembolleri yemiştir, parçalamıştır. Tüm coğrafya kana bulanmıştır ve tükenene kadar kan akacaktır. Ciddi bir İslam reformuna kadar kaos ve gözyaşı devam edecektir. Bu insan ve tabiat gereğidir. Eğer biz Atatürk'ü bu vahşi ideolojinin bir zinciri gibi tutmaya devam edersek, kudurmuş bir köpek sıfatına bürünmüş ideoloji bir asırdır yıprattığı zinciri koparana kadar debelenecek, daha kızgınlaşacak ve kopardığı andan itibaren dehşet salacaktır. Bu köpekleşmiş sıfatlara yeni, taze, kuvvetli bir zincir gerekmektedir. Onlar insan olduklarını anlayana kadar onları kontrol altında tutacak yeni bir zincir.
Peki bazılarının layık gördüğü üzere, Atatürk bu büyük İslam Medeniyetinin büyük reformisti olabilir mi? Maalesef hayır. İslam Medeniyetinin ileri doğru evrimleşmesi bir anda olmaz. Atatürk zaman kaybetmek istemediği için İslam'da reforma yeltenmemiş, İslam'ı birey seviyesine indirgeyerek kafasındaki modeli hemen uygulamaya koymuştur. Eğer takipçileri onun ideolojisini tam anlamış ve uygulamalarına devam etmiş olsaydı, hadi söyleyelim, adına demokrasi dedikleri çok partili sisteme zamanından evvel geçmiş olmasalardı, bahsettiğimiz reformun en azından bu coğrafyada gerçekleşmiş olması mümkündü. Ancak o tren kaçtı. Artık biz bizeyiz. İnsanın en ilkel formu ile karşı karşıyayız. İhtiyacımız olan şey yeni bir devrimdir. Bu kendimizi ilkele karşı korumak için gereklidir. Ortadoğu tükenip reform yaşanana kadar aydınlanmacılar korunmalı, hayatta kalmalıdır. Taptaze söylemlerle, emek, hak peşinde bir devrim gerekmektedir. Yine elitist, yine baskıcı olmalıdır bu devrim. Onyıllara yayılmalı ve geri dönülemeyecek noktaya geldiğinden emin olunana kadar sürdürülmelidir. Bu yeni devrim kendimizi İslam Medeniyetinin içinde bulunduğu kaostan uzak tutacak bir tampon olacaktır. Aksi takdirde ileri nesillere bırakacak tek bir özgürlük düşüncesi dahi kalmayacaktır. Özetle kendimizi korumanın yolu yine Atatürk tarzı, ancak söylemleri farklı yeni bir devrimdir.

İki "Fakir"in Hikayesi...

$
0
0



Jose Mujica...

Şirin orta Amerika ülkesi Uruguay'ın devlet başkanı...
3,5 milyonluk ülkesi bizden zengin! Kişi başına 16,500 dolar düşüyor. Bizde 15,300 (ppp)

2009 yılında 52% oyla iktidar oldu...
79 yaşında bir Ateist...
9 yıllık evli...
Çocuğu yok...
Çok fakir bir çiftçi ailenin çocuğu...
Militan bir devrimci...
13 yılını faşist iktidarların soğuk zindanlarında geçirmiş...
Başkanlık sarayında yaşamayı red etmiş...
Karısının şehir dışındaki minik kulübesinde yaşıyor...
Beraber çiçek yetiştiriciliği yapıyorlar...
1987 model bir kaplumbağası var...
Şöförü yok...
Koruması yok...
12,500 dolarlık maaşının 90%'nını bağışlıyor...
Kalan 1,250 dolarla yaşıyor ve diyorki:
"Bu kadar parayla idare ediyorum...aslında idare etmek zorundayım çünkü bundan çok daha az parayla yaşamak zorunda olan Uruguaylılar var."
Ülkesinde içki ve esrar serbest...
İnsani gelişim indeksinde 51 sırada...
Basın özgürlüğünde 37 sırada...
Kürtaj ve eşcinsel evlilik serbest...

Jose Mujica demiş ki...
"Uyum içinde yaşamamızın yolu herkesin kendisi gibi olması ve kendi kriterlerini başkalarına dayatmamasıdır"
"Alkolizm de dahil olmak üzere biri hariç tüm bağımlılıklar kötüdür. Tek güzel bağımlılık aşktır. Geri kalan her şeyi unutun."



Recep Tayyip Erdoğan

Malum ülkenin malum başkanı....

2014 yılında 52% ile Cumhurbaşkanı oldu...
60 yaşında sıkı bir "mümin"
36 yıllık evli...
4 çocuğu var...ellerinizden öper...
Kasımpaşa'da fakir bir ailenin çocuğu olarak doğdu...
Gençliğinde radikal islamcı gruplara üyeydi...
4 ay hapis yattı...koğuşunda derin dondurucu, buzdolabı, çamaşır ve bulaşık makinesi, çalışma masası, oturma grubu ve şofben koydu...
Cumhurbaşkanı olduktan sonra eski "Pembe Köşk"te kalmayı red etti...
1 milyar 370 milyon liralık şahane bir saray yaptırdı kendine...
Hey ay 700.000 bin liralık elektrik faturası var...
400 milyon liralık bir uçak aldı...
4 zırhlı araç, 1 jammer ve 10 sivil araçlık bir konvoyu var...
Herhangi bir yerde konuşma yapacaksa 1000 kişilik bir ekip tarafından korunuyor...
14.000 liralık Başbakanlık maaşı, Cumhurbaşkanı olunca 27.000 lira olmuş...
Geçen yıllarda Almanya Devlet Başkanına,  "Başbakanlık maaşı ile geçinemiyorum. Ticaret yapmasam aç kalırım. Siz ne kadar alıyorsunuz?" demişti...
Aç kalmamak için bol bol, aile boyu ticaret yapıyor...En alasından, her türlüsünden...
Ülkesi insani gelişim indeksinde 90.sırada...
Basın özgürlüğünde ise durum daha kötü...154. sırada
Kürtaj kısmen serbest, eşcinselliğin adı bile yok...

Recep Tayyip Erdoğan demiş ki...
"Kızlı erkekli öğrenci evi olmaz! Valilerimize talimat verdim, gereken yapılacak!"
"Her içki içen alkoliktir! AKP'li ise değildir!"
"Ben Taksim'e ne yapacağımı çapulculara soracak değilim!"
vs...
vs...
vs...


İkisi de fakirdi...biri hala fakir...hem de çok fakir...çirkin derecede fakir...
Hem gönlü fakir...
Hem aklı fakir.



Kadın Erkek Eşit Değildir...Doğru...Kadın Günümüz Dünyasında Erkekten Üstündür.

$
0
0
Konuştu:

"Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir. Tabiatları bünyeleri fıtratları farklıdır. İş hayatında hamile bir kadını erkekle aynı şartlara tabii tutamazsınız. Çocuğunu emzirmek zorunda olan bir anneyi, bir erkek ile eşit konuma getiremezsiniz. Kadınları erkeklerin yaptığı her işi yaptıramazsınız, komünist rejimlerde olduğu gibi. Eline ver kazmayı küreği çalışsın, olmaz böyle bir şey. Onun narin yapısına ters düşer. Anadolu'da da böyle yapılmadı mı? O garibim analarımız ne çileler çektiler be, kamburları çıktı. Erkekte kahvede pişpirik oynasın zar atsın. "

Şimdi bu sayfada hiç yapılmamış bir şey yapacağım...Onun yukarıdaki görüşlerine katılacağım :) Yukarıdakilerin tamamına imza atarım. Klasik teoriye göre milyonlarca yıllık evrim süreci kadın ve erkeği fiziksel olarak birbirinden ayrıştırdı. Erkek envai cins hayvanları avlayan ve daha çok dişi elde etmek için dövüşen cins olduğu için fiziksel özelikleri gelişti, kuvvetlendi, çevikleşti, avını ağaçların arasında yakalamak için 3 boyutlu dünyayı daha başarılı algıladı. Bugün yapılan testlerde bu fark bilimsel olarak ispatlanabiliyor. Peki bu kadını erkeğe göre daha "zayıf" bir cins mi yapıyor? Soru bu...



 Hayır...Aksine kadının kuvvetli yönleri günümüz dünyasında çok daha değerli. Nedir onlar? Empati kurma becerisi, ikna kabiliyeti, anlaşabilmek, sevecenlik vs. Bunlar da yine evrim sonucunda gelişmiş özellikler ve sadece insanın dişisi özelinde gelişmiş değil. İnsan ırkının erkek ve dişileri arasındaki bu fark bir çok memeli hayvanda görülebiliyor. Genelde memeli hayvanların erkeklerinin daha kuvvetli olduklarını görüyoruz. Dişilerin ise ırkın devamını sağlayacak çocuklarına bakmakla ilgili özelliklerini geliştirdiklerini görüyoruz. Diğer dişilerin çocuklarına bakmak, çocuğunu beslemek ve korumak için müthiş efor sarfetmek vs. Peki bunları günümüz dünyasında değerli yapan şey nedir? Artık dünyamız avcılık ve savaşlar dünyası değil. Bakmayın siz dünyanın belli bir bölgesinin yanmasına, terörist saldırılara. Tarih boyunca insanlar insanları doğrudan katletmiştir evet, ancak ilk defa bu kadar az yoğunluklu bir dönem var. Çok değil bundan 30 yıl önce soğuk savaş dünyasının her yerinde iç savaşlar vardı. 70'lerin sonunda Kamboçya'da, 90'ların başında Ruanda'da ve Balkanlar'da milyonlar öldü, Afrika, Güney Amerika, Asya kan içindeydi. 90'larda ve 2000'lerin başında ülkeler topyekün başka ülkelere saldırıyordu, işgal ediyordu. Bugün kaosun hemen tümü bir coğrafyaya sıkıştırıldı. Orada dahi ölen insan sayısına bakıldığında 70'lerin, 90'ların yakınından geçmez. Emperyalizmin kan savaşlarının azaldığı dönemin kadınların yükseliş dönemine denk gelmesi tesadüf değildir. Klasik savaşların, ekonomik çekişme ile yer değiştirdiği dönem kadınların yeni cephede ileri sürülmesine yol açtı. İş hayatında yükselmeler, kadınların müdür, genel müdür, siyasetçi vs olmaya başlaması ekonomik savaşların tarafları için kaçınılmaz oldu. Kadınlar müthiş öngörüleri, ikna ve anlaşma kabiliyetleri ile yeni dünyanın yıldızları oldular. Günümüzde başarılı şirketlerin satış, insan kaynakları, müşteri ilişkileri gibi kritik ekiplerinin ağırlıklı olarak kadınlardan oluştuğunu görürüz. Dünyanın en başarılı ekonomisi Almanya'dır ve başında bir kadın vardır. Amerika'da first ladyler kocalarının siyasetinde her zaman kritik düzeyde söz sahibi olmuşlardır. Bazıları kocalarının başarılarını geçmiştir vs vs.

Hoş...Temelde tüm yukarıdakiler, kapitalizmin doymak bilmez emek açlığından kaynaklanıyor. Bir şekilde daha fazla çalışmak ve daha uzmanlaşarak çalışmak gerekiyor. Yani daha çok ve bilimsel emek sömürüsü gerekiyor ve bunu gerçekleştirebilmek için kadının yükselmesi allanıp pullanıyor, özendiriliyor. Kapitalizm bunu doğduğundan beri erkekler için yapıyordu zaten. Daha çok çalışmak terfi, para ve saygınlık ile ödüllendiriliyor. Bir erkeğin doğası gereği en çok istediği her şey veriliyor. Eskiden savaşlarda kahraman olmak terfi, para ve saygınlıktı şimdi şirketini %500 büyütmek böyle bir şey..neyse...

Dedik ya katılıyoruz diye malum zata...Lakin...

"Bizim dinimiz kadına bir makam vermiş, annelik makamı. Anneye bir makam daha vermiş. Cenneti ayakları altına sermiş. Babanın değil annenin ayakları altına koymuş. Annenin ayağının altı öpülür. Ben anacığımın ayağının altını öperdim. Anam nazlanırdı, anacığım çekme ayağını derdim, çünkü burada cennetin kokusu var. Bazen ağlardı. Anne başka bir şey. Ve makamların o ulaşılamazdır. Ama bunu anlayanlar olur anlamayanlar olur. Bunu feministlere anlatamazsın mesele, onlar anneliği kabul etmiyor. Ama anlayanlar yeter bize diyoruz, onlarla yola devam ederiz."

İyi bir şey 1 dakika sürse ağlarım. Hemen ardından gelene bak. Sen her şeye din penceresinden ve özellikle bir dinin bir mezhebi üzerinden bakmak zorunda mısın? En temel insani değerleri din ekseni dışında tanımlayan bir dünya görüşü olamaz mı? Annemizin değerli olduğunu anlamak için illa bir cennet kavramı ile özdeşleştirmemiz mi lazım? Yahu o beni besleyen, büyüten, koruyan, kollayan! Ben bu durumdaki iyiliği anlamak için inanmak zorunda mıyım? Makamları insanlara dinler mi vermiş? İslamiyetten önce kadınlarımız anne olmuyor muydu? Her güzel başlayan cümlenin sonunda senin gibi düşünmeyen bir kesimi ötekileştirmesen, üstelik bunu tamamen saçma bir öngörü ile yapmasan olmaz mı? Feministlerin anneliği red ettiğini nereden çıkardın? "Bunu feministlere anlatamazsın mesela" cümlesindeki "ben her şeyin doğrusunu bilirim diğerleri sadece beni anlamayanlardır" vurgusu nedir? "Ama anlayanlar yeter bize diyoruz, onlarla yola devam ederiz." nasıl cümledir? Nasıl bir ötekileştirme, dışlama manifestosudur! Bütün bunlar bir ara hatırlatma paragrafı atmamıza neden oluyor şimdi! Oku!

Bak! Bilal'e anlatır gibi anlatıyoruz!

Bu ülkede senin gibi düşünmeyenlerle, senin inancına, senin dünya görüşüne sahip olmayanlarla beraber dünyaya geldin ve onlarla beraber yaşamak zorundasın. Onlarla beraber yürümek zorundasın. Sen "demokratım", "özgürlükçüyüm" iddiasındaysan eğer kimsenin dini, dili, mezhebi, mezhebi, ırkı, cinsel tercihi, ailesi, sosyal sınıfı, dünya görüşü "kolkola ilerlemek" konusundaki seçim kriterin o-la-maz! Bu en temel insani gelişmişlik göstergesidir! Sen birileri ile beraber ilerlememek konusunda ısrarcı olursan ve sayısal çoğunlukları yettiği için sana inanmış "kolay" kitleleri onlardan koparırsan, ötekileştirdiğin kitleler de seninle ilerlememek için sonuna kadar mücadele eder. İlk başta sandıkta eder, sonra sokakta eder. Senin demokrasiyi sadece sandıktan ibaret sanmak pragmatizmin ülkemi kaosa sürüklüyor, tarihin en büyük ayaklanmaları yaşanıyor. Şükür ki hala ayaklananlar sadece sana karşı ayaklanıyor. Amaç hala önce senden kurtulmak. Bu yüzden halklar, kesimler birbirini öldürmüyor. Mücadele onlar ile seni koruyan ve adına devlet denen dönüşmüş, kukla olmuş yapı arasında. Ülke içinde bir "kolkola ilerlenecekler"ülkesi yaratma çaban devam ediyor ancak o bir ülke olamaz. Sen sana inananların, etrafına akbabalar gibi toplanmış müteahhitlerden oluşan yağma çetesine sorgusuz biat ettiği oligarşik bir düzen hayali ile yana dur. Asıl felaketin o sana inanmış kitleden gelecek. Basınınla kendince bir Kuzey Kore halkı yarattın. Tamamen yalanlardan oluşmuş bir dünyaya inanabilecek derecede naif ve maneviyatı yüksek insanlar normal olarak sana da inanıyor. Ancak unuttuğun şu! Kuzey Kore 100% kontrol altında ve bu yüzden oradaki herkes ülkelerinin dünya kupasında final oynadığını sanıyor. Biz senin kontrolün altında değiliz. Cumhuriyetin uğraşıp didinip yetiştirdiği kuşaklar dünyayı görüyor, biliyor. Sosyal medyayı kullanıyor. Kimse senin kitlen gibi "bir bildiği vardır" diyerek kabullenmiyor, araştırıyor, soruşturuyor, uyandırıyor, gerçekleri anlatıyor. Bir gün gösterdiklerimizi görmeyi günah sayan kitlen, ekonomiyi ayakta tutmak için seçtiğin basit rant ve yağma çarkı tükendiğinde, ötekileştirmeler, hayali imparatorluklar peşinde koşmaların neticesinde dökülecek kanlarla yüzleştiğinde acı bir uyanış yaşayacak ve gerçeği aramaya başlayacak. Biz orada olacağız. Her göstermeye çalıştığımızda başını sağa sola çeviren kitlen gözlerini dört açıp bugünlerde yazdıklarımızı okuyacak, görecek. Aldatılan kitlelerin öfkesi ne olur bilir misin? Bizimle "kolkola yürümek" senin hayrına olacaktı, sen diğerini seçtin.

Konumuza dönersek ve tamamlarsak...

Kadınla erkek eşit değildir ancak erkeğin kadına göre üstün yaratıldığını anlatan (Nisa 34) dini referanslara göre değil, evrim gereği böyledir. Kadının kapitalizmin en hunhar kölelik mesleklerinde ezilmesine karşıyız. En azından erkeğin fiziksel kuvvet farkının gerekmediği kadar teknolojik ilerleme sağlanana kadar, kadın madene inmemeli, inşaatlarda sert işler yapmamalı. Elbette emek yoğun işlerin hiç birinde kadınlar çalışmasın demek değildir bu. Ancak erkeklerin kaba parmakları yüzünden kadınlar kadar başarılı elektronik devre üretemediği kabullendiysek, kadınların da erkekten 4 derece daha düşük hissettikleri ortam ısısı yüzünden -20 derecede dağın başındaki bir karakolda saatlerce nöbet tutmaması gerektiğini de kabullenmeliyiz. Kadınlar kesinlikle devletlerin, şirketlerin yönetim kademelerinde erkeklerden daha çok yer almalı. Sağduyunun, öngörünün, müzakerenin, vicdanın gerektiği her meslekte kadınlar erkeklerden daha çok ve önde olmalı. Savaş durumları hariç bırakın taşa, toprağa sadece biz erkekler saldıralım...

Not: Ayrıca eğitimi ve inanç sistemi gereği kadını ağırlıklı olarak cinsel obje olarak gören kesimlerden kadını uzaklaştırmak kadını korumak değildir. Aksine onu cinsel objelikten, hiç ulaşılamayan veya teoride legal olarak sadece bir yolla yani sadece toplumsal olarak geçerli evlilik ritüeli ile ulaşılan bir cinsel totemliğe yükseltmek demektir. Pratikte ise bu uzaklaştırmanın çok daha kötü sonuçlara neden olduğunu görüyoruz. İçgüdüleri bastırmanın insanı getirdiği nokta kendi inancından olmayan kadını pazarlarda alıp satmaya kadar getirdiğini artık biliyoruz.

   

Noel Baba da Sıfırladı Gitti! Güle güle 2014!

$
0
0
Güle güleeee!



Bu sene biraz ilginç oldu...

2014 heybesine doldurdu, sıfırladı, gittiiiii....

Normalde onun bize hediye filan vermesi gerekiyordu ama tam tersi oldu nedense...

Neler aldı peki?

Kuvvetler ayrılığı yok artık, hepsi tek kişide toplandı...


Eski Türkiye'nin köhne, vatan haini demokrasisi gitti! İçinde bırakın açık eleştiriyi, sadece ima olan twitler, köşe yazıları, blog yazıları, televizyon dizileri sabaha karşı evinizin basılıp gözaltına alınmanız için makul şüphe yarattı...güce tapan dogmatik akılların makullük cetveli ne kadarsa o kadar makul oldu o şüpheler...

Bu satırları yazarken gazeteci Sedef Kabaş, 17 Aralık gibi dünyanın en çok kanıtlı ve suçun ayan beyan ortada olduğu bir soruşturma hakkında takipsizlik kararı veren hakimi unutmamamızı isteyen bir twit attığı için henüz gözaltına alınmış, çocuğunun tablet bilgisayarına el konmuştu, 16 yaşında bir çocuk hapisten yeni çıkmıştı...

Muhteşem bir başarı ile ilerleyen ve akan kanı durduran, anaları artık ağlatmayan çözüm süreci sayesinde sadece iki günde 50'den fazla Kürt vatandaşımız öldü, güneydoğuda iki aşırı uç arasında savaş çıktı, komşu komşuyu keser oldu...ama analar nedense artık ölülerine ağlamaz oldu...

Televizyonları, gazeteleri fikri açıdan eciş bücüş, baştan aşağı çelişkili, dünün Pensilvanya dostu bugün paralel(!) düşmanı, ağzı aşırı bozuk ve tükürüklü, iktidarla kolkola girmiş, müteahhit dostu, yepisyeni bir gazeteci topluluğu işgal etti...ancak bildiğin işgal etti...nice özgürlükçü, ulusalcı yazar köşelerini bu acaip yaratıklara bırakmak zorunda kaldı..işsiz kaldı, aç kaldı...

Bir saf şarkıcı hariç, Alevilerin tamamı 13 yıldır kendilerine verilen sözlerin yalan olduğunu nihayet anladı...

Dünya 1000 değil, 1150 odalı yeni sarayımızla maalesef dalga geçti...üzüldük tabi...az para harcamadık biz o saraya...
Dünya gazetecilerin gözaltına alınması ile dehşete düştü...halbuki onlar gazetecilikten gözaltına alınmamıştı, anlamadılaaaar!
Dünya 17-25 Aralık gibi kanıtların ortalıkta dolaştığı ve devasa boyutlu iki yolsuzluk dosyasının kapatılması karşısında şoke oldu...zavallı dünya! Onlar darbe planıydı be, darbe!
AB hayali bitti...aman çok da fifi!

Osmanlıca gibi ölü ve kolaj bir dilin zorunlu okutulması gibi bir dayatmayla yüzleşti çocuklarımız...

9 yaşındaki çocuklar dinlerini nasıl olduysa tam anladı ve özgür iradeleri ile başlarını örtmek istediklerinde "eyvellah" dendi, "ört kızım"...
Ancak 19-20 yaşındaki kızlar nedense kendi değer dünyalarını bir türlü oluşturamadı ve kızlı erkekli yaşamaları devlet marifeti ile engellendi...

2014 de milyonlarca kadın doğum kontrol yöntemleri ile vatana ihanet etti...
Nişantaşında oturan elitistler, cafelerde demlenirken twit atıp, provokasyon yapıp vatana ihanet etti...
İki yıl öncesine kadar vatan aşığı koca bir cemaatin tüm mensupları, sadece bir günde, kirli işlere bulaşsın bulaşmasın, toptan haşhaşi oldu, vatana ihanet etti...

Ekonomik büyüme nedense bildiğin durdu, nüfus artışına cevap veremez hale geldi...
İşsizlik rekor kırdı...
Dolar rekor kırdı...
Dış borçlar Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesine çıktı...
İmalat sektörü yerinde saydı, yüksek teknoloji hak getirdi ama inşaat her zamanki gibi aldı yürüdü...Sağolsun milletin bişeyini bişey yapan Karadenizli müteahhitlerimiz :)

Ortadoğu iyice pislik içinde kaldı, el kadar çocuklar kafa keserek dindarlıklarını ilan etmeye başladı...
Suriye'de bizim bitirmediğimiz savaş yüzünden yüzbinlerce mülteci yine bize sığınmak zorunda kaldı...

Haaa! Marmaray tüpünde! Ankara Konya iki saat! Ankara İstanbul 4 saat! 3.Köprü ayakları bitti! Çamlıca'daki camii şahane! İzmir otobanı ne güzel olacak! 3.Havalimanı inşaatı muhteşem! Hobaaa! Bütün övünçlerimiz betondan oldu bu sene! Hadi göbek atalım! Hop hop!

Ha bu arada bu yazı bile muhtemelen makul şüpheli oldu. Yok yok rahat olun memur bey, hakaret yok burada, olur mu hiç, ne haddimize?! Paralel, vatan haini miyiz biz? Eski Türkiye'nin darbeci tayfası mıyız? Olur mu hiiiç? Hakaret kabul ederim memur bey! Lütfen! Biz vatanımızı milletimizi severiz! Yaşasın yeni Türkiye! Yaşasın aziz millet!

Oldu mu? ;)







Paris Katliamına Gelene Kadar Kısa Kışkırtmalar Tarihi

$
0
0
Kısa kışkırtmalar tarihi:

7 Ocak 2015…Hz Muhammed’in çıplak karikatürlerini yayınladığı için Charlie Hebdo dergisi basıldı, 10 karikatürist ve 2 polis kalaşnikof ve roketatarlarla öldürüldü...

1978’de Aleviler nasıl yaptılarsa bir şekilde Sünni müslümanları kışkırttılar. Evleri önceden işarelenmiş 111 kişi satırlarla, sopalarla, tırmıklarla parçalanarak öldürüldü. Kadınlara tecavüz edildi. Hamile kadınların karınları yarılarak bebekleri çıkarıldı...

1993’de ateist Aziz Nesin Sünni müslümanları kışkırttı 33 yazar, ozan, düşünür canlı canlı yakılarak öldürüldü…

2014’de Ortadoğudaki Sünni müslümanları kışkırttılar, onlarda kızdı, IŞİD’i kurdu, Şii, Ezidi, muhalif Sünni kim varsa soykırım yaptı, kafa kesti, uçurumdan attı, yüzlercesini soyup yan yana yere yatırdı kurşuna dizdi, binaya doldurup havaya uçurdu. Ezidi kadınlar çırılçıplak soyuldu ve 3-4 kişi tarafından başı aşağıda tutularak boyunları kesildi. Kafir kanı toprağı kirletmesin diye vücutlarındaki kan tükenene kadar altlarında leğen tutuldu…

2006 yılında, bugün yayın hayatına tam gaz “yandaş” olarak devam eden şeriatçı bir gazete Danıştay üyelerinin vesikalıklarını ilk sayfadan yayınlayıp İslam düşmanı diyerek hedef gösterdi. Alparslan Arslan isimli bir yobaz avukat cebine gazeteyi koydu, eline silahı alıp danıştayı bastı. Yücel Özbilgin’i kafasından vurarak öldürdü, 3 kişiyi yaraladı. Dünyanın en bariz kışkırtması ve cinayeti sözkonusu olunca zamanın paralelleri devreye girip olayı “Ergenekon” isimli hayali bir terör örgütüne attılar...

2012 yılında gerizekalı bir yönetmen tarafından gerizekalı ve hiç bir sanatsal değeri olmayan “Müslümanların Masumiyeti” isimli bir film çekildi. Yine Hz.Muhammed’e hakaret edildiği iddiası ile İslam dünyası ayaklandı. Dünyanın her yerindeki gösterilerde yüzlerce insan öldü.

2011 yılında ABD’de gerizekalı bir rahip Kuran-ı Kerim’i yakınca, Afganistan’da BM binası “kışkırtılan” sünni müslümanlar tarafından basıldı, 7’si yabancı 12 kişi öldürüldü. Çoğu binanın önünde, tekbirlerle kafası kesilerek öldürüldü…

1930 yılında Manisa’nın Menemen ilçesinde, Cumhuriyet Devrimleri ile fena kışkırtılmış Derviş Mehmet ve bir grup gerizeka kendilerini durdurmaya çalışan Asteğmen Kubilay’ın başını gövdesinden ayırarak ve sopaya geçirip sokaklarda dolaştırarak rahatladı…

2013’de “Kurabiye Tayyip” sloganı yüzünden aşırı derecede kışkırtılan dönemin başbakanı polise ve esnafa, göstericilere karşı sert müdahale emri verdi. Bunun sonucunda 8 kişi kafalarına biber gazı fişeği sokulmak veya sopalarla dövülmek suretiyle öldürüldü. Ölenlerden biri 14 yaşında bir çocuktu…

1955’de İngiltere’de süren Kıbrıs müzakerelerinde “Türk Milletinin Tepkisini” taraflara göstermek için devlet eliyle bir kışkırtma yapıldı ve İstanbul’da gayrimüslimlerin yoğun olarak yaşadığı semtlerde organize linç, tecavüz ve yağma olayları yaşandı. 400 kadın tecavüze uğradı, 12 gayrimüslim linç edildi.

6-7 Ekim 2014 tarihinde,  Kürt siyasi hareketinin lideri parti tarafından yapılan sivil itaatsizlik çağrısı sonunda kışkırtılan milyonlarca Kürt sokaklara döküldü, 50 kişi öldü. Bu ölümler sonucunda tek bir polis tutuklanmadı hatta hakkında sorgulama açılmadı. Resmi açıklama halkın birbirini öldürdüğü şeklinde oldu…

Ben yoruldum…siz istiyorsanız devam edin...

Panislamizmin Yan Etkisi: Afganlaşmak

$
0
0
İslam dünyasındaki bütün katliamların, barbarlıkların, yozlaşmanın batı dünyası tarafından doğrudan veya dolaylı olarak tasarlandığı veya desteklendiği doğrudur. Lakin buna imkan sağlayan, İslam dünyası içinde batı ile işbirliği yapmanın kendi çıkarına olduğuna inanan güç odaklarının olmasıdır. Irak'ın parçalanmasından, Suriye'nin kan gölüne dönmesinden, Libya'nın şeriatçı kabilelerin eline geçmesinden ve her taraftaki aşırı radikalleşmeden faydalanan sadece batı ülkeleri değil, aynı zamanda Ortadoğudaki feodal yapıyı sürdürmeye çalışan yerel inanç lordlarıdır. Bu işbirlikçi lordlara hizmet etmek istemeyen, en azından onların etki alanından çıkmaya çalışan isyankar Ortadoğuluların sayısı ve etkisi o kadar azdır ki, dünküne benzer vahşet görüntülerinden sonra karşımıza sürekli çıkarılan "gerçek İslam bu değil" klişesinin karşısına artık çok rahat koyabildiğimiz, "Peki nedir o zaman? Nerede yaşanmaktadır?" sorusuna verilecek sağlam tek bir cevap çıkmamaktadır koca coğrafyadan. 

Bireye karışmayan ancak dinin toplumsal kural ve pratiklerini gözardı eden, hatta bir miktar değiştiren pozitivist devrimlerle restore edilen Türkiye, 5 yıl öncesine kadar, bu soruya karşı verilebilecek tek olumlu cevaptı. Artık bunu söylerseniz size deli gözüyle bakılır. Liderlerinin 50 kişinin öldüğü toplumsal bir olaydan sonra sadece dini inancı kuvvetli olan bir kişinin ismini zikrederek rahmet dilediği, sabah akşam televizyonlarında insanların neleri giymemesi, sürmemesi, yapmaması, içmemesi gerektiğinin anlatıldığı, farklı bir görüş dile getirmenin darbecilik olarak adlandırıldığı ve zindan tehditi ile önlendiği bir ülkenin, şirin ve içleri rahatlatan bir "gerçek İslam" modeli olarak kendini ifade etme şansı kalmamıştır. 

Kendi içinde bir devamlılık, asla kötülüğe izin vermeme, cahiliye devirlerine geri dönmeme taahhütleri içeren destansı "gerçek İslam" iddiasını adeta kağıttan bir kale gibi çökerten, kullanılmaz hale getiren maalesef bizzat Türkiye'dir. Bu ideolojik çöküş sadece İslam alemini  değil, bizi İslam dünyası ile iletişim kurabilmek, onu anlayabilmek için bir alfabe kılavuzu olarak kullanan, bizim yumuşatılmış yüzümüzü, sert ve görgüsüz Asya veya Ortadoğu müslümanlarına tercih eden batı dünyasını da müthiş bir hayal kırıklığına uğratmıştır. Batı dünyası, bugüne kadar entegrasyon konusunda fazla rahatsızlık çekmediği Türk müslümanlarını en kalabalık ve faydalı azınlık olarak kabullenmişti. Bugün aynı azınlığın içindeki aşırıların, aynı diğer müslüman azınlıkların içindeki aşırılar gibi Suriye'ye, Irak'a gidip nasıl kafa kestiğini, korkunç cihatçı tehditlerde bulunduğunu görüyor ve korkuyor. Batı aldatıldığını düşünüyor ve haklı.  Bizi, yani Türkleri, bir Cezayirli veya Pakistanlı cihatçıdan ayıran tek fark "ümmetçi" değil "milliyetçi" olmamızdı. Sağolsun mevcut iktidarımızın panislamist gerizekalı idealleri yüzünden bu ayrıştırıcı özelliğimizi kaybettik. Şimdi hepimiz batının gözünde tek potada erimiş vaziyetteyiz. Dün itibariyle hiç bir Türk vatandaşı kendisinin bir Afgan veya Irak vatandaşından daha makbul olduğunu düşünmesin. Evrensel olarak değiliz zaten hepimiz eşitiz. Ancak başkalarının gözünde bizi onlardan ayıran ve çok daha olumlu bir yere koyan özelliklerimizi kaybettik. Kimse "Kobane nere Hakkari nere? Zaten düştü düşecek!" veya "Filistin'e yapılmış saldırıyı kendimize yapılmış sayarız!"şeklinde cümleler kuran bir liderin kontrol ettiği halkları, feodal inanç lordlarının tutsağı olan kitlelerden farklılaştırabilecek bir unsur sunmaya niyetli olduğuna inanmaz. Aynı liderin kontrolündeki basının iki gündür saldırı ile ilgili "ama", "ancak", "batının oyunu" gibi empatiden uzak ve dar dünya görüşlerini destekleyen manşetlerini okuyan herhangi bir batılı için artık biz birer Pakistanlıyız. Kategorize etmek kötüdür ve yanlıştır ama kaçınılmazdır. Kabul edelim veya etmeyelim biz böyle sığ bir kategorizasyonun kurbanı olmamalıydık ancak olduk.

Acı ancak yeryüzü kabuğunda en kuvvetli ve etkin panislamist ideali ortaya koyan ve kitleleri bu idealin arkasında birleştiren sadece bir hareket var. Cihatçılık! Bugün Suudi Arabistan tüm dünya müslümanlarına çağrı yapsa sizce kaç kişi peşinden gelir? Aynı şekilde bizim panislamistler çağrı yapsa kaç kişi ciddiye alır? Ancak El Kaide ideolojisi onyıllardır dünyanın her yerinden müslümanları cezbediyor, yurdundan, ailesinden koparıyor ve tek bir amaç uğruna hayatlarını vermesini sağlıyor. İçinde bulunduğumuz durumun 1000 yıllık haçlı seferleri döneminden hiç bir farkı yok. O zamanlar Hristiyan alemi müslümanlara karşı milliyet, dil vs farketmeksizin birleşirdi, şimdi sünni İslam alemi diğer tüm unsurlara karşı, hatta aynı dine sahip fakat farklı mezhepten halklara karşı birleşmek üzere. Üstelik arada 1000 yıl hiç yaşanmamış ve gelişmemişiz gibi, o dönemin tüm vahşi ve ahlaksız yöntemlerini kullanarak yapılan bir cihat pratiği ile.

Ümmetçilik kontrolden çıktı, cihatçılık oldu. İlk önce yok edeceği kendisine rakip olarak gördüğü diğer panislamist hareketler. Bilin bakalım sıra kimde?      

"Avrupa İslamofobi'ye kapılmasın!"... İyi de bu ülkenin yarısı İslamofobik!

$
0
0
Son saldırıların Avrupa'daki İslamofobiyi körüklemesinden korkuyormuş bizimkiler...

Öyle bişi olmasın diye sabah akşam demeçler veriliyor, aman dileniyor Avrupa hükümetlerinden...

"Bu saldırıların İslam'la ilgisi yok! Lütfen korkmayın!".

Peki bu ülkedeki İslamofobi ne olacak?

Ülkemin yarısında İslamofobi olduğunun ne zaman farkına varacaksın seni süper zeki panislamist egemen?

Korkuyoruz be korkuyoruz! Senin İslam diye bize yansıttığın şeyden korkuyoruz!

İmam hatipli olmana rağmen, 14 yaşında polis tarafından öldürülmüş çocuk için bir rahmet okumadığın, annesini meydanlarda onbinlere yuhalattığın zamanki vicdansızlığından korkuyoruz!

Bir insanı kafasından vurup öldüren polise 7 yıl ceza verilince, "Paraleller verdi bu haksız cezayı!" diyerek yargıyı baskı altına aldığın zaman korkuyoruz!

Aynı şekilde 16 yaşındaki çocuk hakkında hapis kararı vermeyen hakimi sürdüğünde, ardından onu zindana arttırdığında korkuyoruz!

Çocuklarımıza dayattığın zorunlu din dersli, çağdışı, bağnaz eğitim sisteminin çıkaracaklarından korkuyoruz!

Koca bir kentin "Allah! Peygamber!" diyerek insanları canlı canlı yaktığı zamanlardan korkuyoruz!

"İstesenizde istemesinizde Osmanlıca öğreneceksiniz!" dediğin zamanki dayatmadan korkuyoruz!

Sabaha karşı gazetecileri attığı twitler nedeniyle gözaltına aldırdığında yazmaktan korkuyoruz!

İçimizden geçenleri yazdığımız zaman işimizden kovulmaktan, aç kalmaktan korkuyoruz!

Ortalıkta çarşaf çarşaf deliller dolaşırken, zamanın yargısının el koyduğu rüşvet paralarını faizi ile beraber iade ettiğindeki vurdumduymazlıktan korkuyoruz!

Suça karışsın karışmasın yüzbinlerce insanı yargılamadan, sorgulamadan "haşhaşi", "kafası dumanlı", "vatan haini", "darbeci" diye damgalama toptancılığından korkuyoruz!

Avrupa'nın göbeğinde eli kanlı vahşi yobazlar oluk oluk kan dökerken, "ama onlarda...", "lakin" diye başlayan koca koca paragraflarla bu vahşeti makul göstermeye çalışan yandaş gazetecilerinin ahlaksızlıklarından korkuyoruz!

Cumaya gitmediğimiz zaman hakettiğimiz terfiyi, ikramiyeyi alamamaktan korkuyoruz!

Arkadaşlarımızla içki masası sohbet fotoğrafımızı sosyal medyaya koyduğumuzda fişlenmekten korkuyoruz!

İnternette istediğimiz siteye girmekten korkuyoruz!

Telefonda arkadaşımıza içimizden geçenleri söylemekten korkuyoruz!

"Dövme yaptıranlar sildirsin, yoksa Allahtan af dilesin!" dediğin zaman dövme ile denize girmekten korkuyoruz!

"Küpe takmak mekruhtur!" diye fetva verdiğin zaman küpemizle sokağa çıkmaktan, işe gitmekten korkuyoruz!

Hoşuna gitmeyen bir blog veya köşe yazısı yazdığımız zaman altına yüzlerce hakaret ve tehdit dolu mesaj geldiğinde korkuyoruz!

Hiç olmamış bir Kabataş olayını varmış gibi gösteren medyandan, olmadığı ispatlandığı halde hala varmış gibi inanan milyonlarca fanatiğinden korkuyoruz!

Aleviler, kürtler artık ellerinde pompalı tüfeklerle nöbet tutuyor mahallelerinde, bil bakalım neden?

Korkuyorlar senden... öncelikle senin polisinden, askerinden, ardından eli palalı esnafından, "zorla evde  tuttuğun %50"den korkuyorlar!

Seni desteklemeyen herkesi "vatan haini" ilan edip, hiç alakamız olmadığı halde, seni destekleyen muhafazakar kitlenin geçmişte çektiği tüm acıların nedeni olarak bizi gösterdiğinde korkuyoruz!

"Bu ülkede inşallah gayler, eşcinseller olmayacak!" dediğinde korkuyoruz!

"Bunlar Zerdüşt, bunlaaar Ali'siz Aleviii, bunlaaaar ateist!" diye hedef gösterdiğinde korkuyoruz!

"Talimat verdim, kızlı erkekli kalmaların önüne geçilecek!" dediğin zaman korkuyoruz!

"Hırsız var!" dediğimizde tutuklanmaktan korkuyoruz!

"Alnı secdeye varan kötülük yapmaz!" diyerek ahlaksızlığa, yolsuzluğa bulaşmış yüzbinleri içimize salmandan korkuyoruz!

Sivas zanlılarını savunmaya kalktığında inanamıyoruz, dehşete düşüyoruz, korkuyoruz!

Ortadoğu kan bataklığı haline getiren IŞİD'e, "Kızgın çocuklar, anlamak lazım" dediğinde korkuyoruz!

İnsani yardım diye ortadoğuya 2000 tır silah, roket, kurşun gönderdiğinde korkuyoruz!

"Beyaz kefen giydik, liderimiz ne yaparsa yapsın arkasındayız" diyerek korkunç bir kör inançla seni destekleyenlerden korkuyoruz!

Bu yazıyı okuduğunda, dişlerini gıcırdatarak ve "Hah! İşte böyle korkacaksınız işte!" diyerek zevk suları akıtan güruhtan korkuyoruz!

Tencere tava çaldım diye senin aklına uyup bizi polise ihbar eden kapı komşumuzdan korkuyoruz!

Eğer senin dinin İslam ise ve yukarıda yaptıkların İslam'a uygun ise...

Ülkenin yarısı artık İslamofobik...

...ve bu senin eserin...gurur duy!



REDDET!

$
0
0
REDDET!

Bana bir suç at senin en sevdiğinden olsun
Bir rol ver gittikçe uzaklaşan benliğinden
nedeni sormicam korkma
gözümü bağladıgın bu yolda
dört yılda bir yol ayrımında
Ölümü seçtiğimden midir ki
kimi zaman hikayenin
ilkokulda okuyan cocuğu sıradan bir ailenin
en yakın dostumun katli vacip
sebebi alevi
olabilir gazeteci terörist silahı kalemi
ya reddettim bilgiyi
ya da sakladım kendime
sıra arkadaşımdan sakladığım gibi silgiyi
Allah için ekmek dileneni sahtekar
oy dilenen güruhu iktidar belledim
boğdum kendi ellerimle bilimi
yok wikileaks o terörist ot terörist
sıçtığım bi bok terörist suriyede yok terörist
bu nasıl kader ey senarist ben faşist
sen humanist sen idalist
sen ezildikce ben pasif

ESARET CESARETİN BEDELİ
REDDEDENİ ASMAK MI ADALETİN TEMELİ
REDDET HALKI EZEN DÜZENİ
sen REDDET ZİNCİRLER KIRILACAK ELBET

devlet alır vergi diye hizmet için paraları
ucuzlamaz ekmek pahalanmaz insan hayatları
yer altında alın teri belki bize de güler talih
akrabaya fırsatlar madenciye kader vacip
son sürat hazırlıyorlar insanlığın sonunu
yüzde 1 e karşı bu 99 un sorunu
adaletin konumu hapseder grup yorumu
deniz feneri aydınlatır gemicikler yolunu
cesur sahiplenir ötekiyi yoksulu
rahatsızlanır sermayenin ordusu
sorgulama tutuklama yıldırma olgusu
her bolu beyinin vardır bir köroğlu korkusu
özde yobaz sözde modern görünüme red!
kirli savaşlarda insanların ölümüne red!
sadakana red! pirincine red! kömürüne red!
ezileni garibanı sömürüne red!

ESARET CESARETİN BEDELİ
REDDEDENİ ASMAK MI ADALETİN TEMELİ
REDDET HALKI EZEN DÜZENİ
sen REDDET ZİNCİRLER KIRILACAK ELBET

yak ateşi karanlığa yürüyoruz
sabaha varana kadar her geceyi süslüyoruz
vicdana söz geçmez siyahları giyip
her yalana karşı fikirlerle ürüyoruz
kaygılarım var yeniden yılmam
bilmeyelim diye örtbas edilen sırlar
hakkım olanında senin cebinde hırsla
görmezden geldigin değerleri elinle yıkma
politikler genelde savaşı seviyor
medya rengarenk makyajı deniyor
kimse bilmiyordu söylevi yoktu
onurlu yaşadık diye öteki olduk
senin rölün belli bak öteki yaralı
internet o sokagın öteki tarafı
görmedigin buz dağının öteki tarafı
bu hayatın birde öteki tarafı

ESARET CESARETİN BEDELİ
REDDEDENİ ASMAK MI ADALETİN TEMELİ
REDDET HALKI EZEN DÜZENİ
sen REDDET ZİNCİRLER KIRILACAK ELBET

batıdan doğuyor doğudan batıya
bir kaosun icinde kavruluyor dünya
yolundan şaşma emin at adım doruğa
eğme boynu yanlış deme

doğru bildiğin konuya!

DOĞU AKDENİZ

Ben o gün Kabataş'taydım. O yüzden artık "Dilimiz Kaba Vicdanımız Taş!"

$
0
0



13 yandaş yazar bugün köşelerindeki yazıya aynı başlığı atmışlar...

"Diliniz Kaba, Vicdanınız Taş!"

Bir de hashtag açmışlar #DilinizKabaVicdanınızTas diye.

Bütün yazıların ortak özelliği tarihin gördüğü en bariz ve alçak yalan kampanyalarından birini yeniden ısıtması, kendi seçmenlerinde oluşturdukları ve yönettikleri nefret duygusu körüklemek için başlatılan aşağılık bir harekete hizmet etmesi.

O zaman üzmeyelim bu üç kuruşlukları...

EVET!

DİLİMİZ KABA VİCDANIMIZ TAŞ!

Ama sadece size karşı...

AKP'ye her şeye rağmen oy veren milyonlara karşı zerre öfkemiz yok. Onlar bizim için sizin ucuz tiyatronuza bilet almayı tercih etmiş insanlar. Hepsinin kendince bir nedeni var...

Kimi dinini seviyor...
Kimi gücü seviyor...
Kimi otoriteyi seviyor...
Kimi türbanı seviyor...
Kimi "ötekinin" acı çekmesini seviyor...
Kimi "Yeni Türkiye" denen bilimkurgu filmini seviyor...
Kimi çoluk çoçuğunun açlıktan ölmesini istemiyor...
Kimi belediyedeki işini seviyor...
vs vs...

Onlara karşı hala "Dilimiz Yumuşak Vicdanımız Pamuk"

Ama size karşı öfkemiz sonsuz...

Aylardır insanların gözünün içine baka baka, bir kadının cinsel fantezilerini haber diye anlattığınız için...
Bizi hiç bilmeyen Anadolu'daki, İstanbul'un kenar ilçelerindeki on milyonlara bizi Mad Max serisindeki sapıklar manyaklar gibi gösterdiğiniz ve kısmen başarılı olduğunuz için...
Dünyanın en geniş kapsamlı ve barışçıl eylemlerinden birini "şiddet" dolu gösterip insanları korkuttuğunuz için...
Bir kere bile gelmediğiniz Gezi Parkı'ndan envai çeşit yalan çıkardığınız için...
Kafatası kırılan, gözü çıkan, komada aylarca kalıp acılar içinde ölen insanlara karşı, "Penisini türbanlı kadına sürdükleri" için başlarına gelenin az bile olduğunu propagandası yaptığınız için...
Kullandığınız sado mazo pornografik dil ile muhafazakar kitlenizden "gizli merak" ratingi alarak popülaritenizi arttırdığınız için...
Bu yalanlarla, dürüst, ahlaklı nice gazeteciyi kovdurup, çoluk çocuğunu açlığa mahkum edip, kendi cebinizi doldurduğunuz için...
İnsanlığınızı unuttuğunuz yetmiyormuş gibi, onmilyonlara insanlıklarını unutturduğunuz için...
HALA BU AŞAĞILIK YALANI ISITMAYA ÇALIŞTIĞINIZ İÇİN!

Her türlü hakareti yiyeceksiniz bizden artık! Hakediyorsunuz! Oturduğunuz ışıklı koltukları ancak kaba yeriniz hakediyor! Yüzünüz ise bizim hakaretlerimizi hakediyor! Sizin rabbiniz size şükür gönderir merak etmeyin.

Faşizm dönemi bitince yazdığınız bu nefret yazılarından  dolayı halk tarafından yargılanacaksınız! İnsanları yalan bir nefretle doldurduğunuz için yargılanacaksınız! O yüzden atın aynı başlıkları! Atın ki bilelim kim olduğunuzu!

SİZE KARŞI ARTIK "DİLİMİZ KABA VİCDANIMIZ TAŞ"

...bir not...hayal kırıklığına uğrayacaksınız ama ben o gün oradaydım.

Ben tam o gün, tam o saate oradan geçiyordum...
O gün deri pantalonlu, üstü çıplak, penisi dışarıda 80 kişi görmedim...
Ona yakın giyinmiş, bir kişi bile görmedim...
Yerlerde sürüklenen bir türbanlı görmedim...
Tekmelenmiş bir bebek arabası görmedim...
Onlara yardım etmeye çalışan yaşlı amca görmedim...
Ama yüzbinlerce deniz gözlüklü, ağzı yüzü talcidle sıvanmış, kabarmış, şortlu tişörtlü, korumasız insan gördüm...
Kırılan kollar, bacaklar, gırtlaktan çıkan ciğerler gördüm...
Beyaz gazın içinde yere çökmüş, kollarını havaya uzatıp yardım için yalvaran çaresiz yüzlerce insan gördüm...
Karga tulumba otel lobilerine, hastanelere taşınan yaralılar gördüm...
Çıkan gözler, kırılan kafatasları gördüm...
Onur ve özgürlük mücadelesi veren milyonlar gördüm...
Sonrasında her gün rüyamda Berkin'i, Ethem'i gördüm.
Ama ben bize bunu yapan gücü iktidarda tuttukları için AKP seçmenine kızgın değilim...
Onlar beni, bizi sapık, manyak filan sanıyor sayenizde.
Ben iktidarın sizin gibi paralı kalemşörlerine kızgınım.

Şu yalanı ısıtmasaydınız belki dönem bittiğinde sizi affederdik...
Ama o hakkınızı da kaybettiniz.

O günlerde oralarda yaşananlar gerçekler bu linkte, bir kadının fantezilerinde değil!

http://sarapvepeynir.blogspot.com.tr/2013/06/dolmabahce-gercegi-oradaydim.html

#DilimizKabaVicdanımızTaş

Zifiri Karanlıkta Yemek Yemek (değilmiş) "Karanlık İşler"

$
0
0
Gözünüzün önüne zifiri karanlık bir yerde dostlarınızla, sevgilinizle yemek yediğinizi, canlı müzik eşliğinde şarkı söyleyip, dans ettiğinizi, eğlendiğinizi getirin...

...derken ilk cümlede olayın garipliği kendini belli etti.

Tamam...sadece hayal edin.

Modern, klasik, rahat, ahşap, cam ağırlıklı dekorları ile yemek salonu
Öyle bir yerki burası, içeride yapay bir ışık kaynağı olmasın cep telefonlarınız, parlama ihtimalli saatleriniz, takılarınız, içeri girerken toplanıyor. O görkemli gece kıyafetleriniz, markalı ayakkabılarınız, gömlekleriniz, ceketleriniz yok oluveriyor içeride. Aslında sizi siz yaptığınızı sandığınız tüm mülkiyetlerden arındığınız yer içerisi. Öyle bir karanlıkki, bir kör garson elinden tutup seni masana götürmezse saatlerce ayakta kalıverirsin. Seni alfa yapan tüm beden dilin bir anda lal oluyor. Ancak herkes kadar birisi oluveriyorsun. Çaresiz ve ana rahmine yakın bir arınmışlık durumu bu...

1.60-1.70-1.80-1.90 boyundaki garsonumuz, müzisyenimiz,
sarışın, esmer, kumral Oğuzhan ve biz.
İçeride kollarından tutularak oturtulup, menü sana söylenmediği için, dokunarak, okşayarak derinliğini anlayabildiğin tabağın içindeki aperatifin ne olduğunu, önce burnunu tabağa dayayıp  koklayarak, ardından ürkekçe ağzına bir çatal ucu kadar götürerek anlamaya çalışmanın ilkelliği ile yüzleşince, içindeki mağara insanı gecenin ilk zafer çığlığını atıyor. Belliki gecenin ilerleyen aşamalarında ilkelin ile sen sürekli sarmaş dolaş olacaksınız. Kah o üfleyecek neyi, kah sen söyleyeceksin ilahiyi.

Ortamda kendine güvenebilen sadece garsonlar ve müzisyenler. Size ne yapacağınızı tarif ederlerken, siparişlerinizi alırken, şarkıları seslendirirken o yoğun özgüvenlerini siz 3-4 kat fazla hissediyorsunuz ve hükümdarlıklarını kabul ediyorsunuz. Tamamı görme engelli insanların yanında kendinizi bu kadar çaresiz ve onların yardımına muhtaç hissediyor olmak gerçekten çok ilginç. Bu onların dünyası ve sen o dünyanın içinde, devler ülkesindeki Guliver kadar çaresizsin. Bu dünyada kuralları onlar koyuyor ve uymak zorundasın. Tamamen başka bir gerçekliğin içindesin. Burada sembollerle ve simgelerle kendini tanımlayan dış dünyanın esamesi yok. Okuduğun okullar, çalıştığın şirketler, bindiğin arabalar...Hiçbiri tedavülde değil. Özetle sen dış dünyaya göre bitiksin...Ama içeride...

Işığın olmadığı bir dünyada bambaşka bir şey oluyor. Göz oyun dışı kalınca, diğer duyu organları fazladan efor göstermeye başlıyor. Kulaklarınız, arkanızdan mandolini ile geçen müzisyenin sesini  Nevizade'de veya Kumkapı'daki kemancıdan çok daha farklı algılatıyor. Artık ışıklar dünyasının çizdiği sınırlar dahilinde keyiflenmek, hayal kurmak zorunluluğunuz yok. En derindeki hayalleriniz gözünüzün önüne çok daha rahat gelebiliyor. İsterseniz 300 yıllık bir Fransız Şatosunda şarap tadımı yapıyorsunuz, istiyorsanız bir Osmanlı köşkünde fasıl dinliyorsunuz. Nerede olduğunuz, nasıl bir yemek yediğiniz, hangi çatal bıçakları kullandığınız tamamen sizin hayal gücünüzde tanımlı. Dokunduğunuz yemek örtüsünün kırmızı bir saten olduğunu düşünmek, kadehlerin Çek Cumhuriyetinden ithal edildiğini sanmak, aynı masayı paylaştığınız insanları dünyaca ünlü felsefe profesörleri veya güzellik kraliçeleri sanmak bedava. Hatta gecenin en önemli faydası.

Pistte kız arkadaşımla dans ederken

Müziğin, yemeğin, alkolün ve iyi hizmetin birleşimi ile keyiflenmenin devamı partneriniz ile sahneye çıkarılmanız ve zifiri karanlıkta, diğer danseden çiftlere ara ara çarptığınız halde, kimsenin saçma bir "dikkat etsene kardeşim!" tutumuna girmeden dansına devam etmesi ile geliyor. 2 saatlik program bittiğinde ve dışarıya alındığınızda, sanki bir mağarada 20 yıl kapalı kalmış ve güneşi ilk defa görmüş kadar kamaşıyor gözleriniz. Olay iki saat gözlerinizi kapatmak ve açmak değil, gözler kapanınca dış dünyayı algılamak için fazladan çalışan diğer duyularınızın hükümdarlığının sona ermiş olduğunu hissetmek. Gözlerin kamaşması artık size "çok güzel bir şey görmek ve mutlu olmak" anlamında gelmeyecek.

Nefis yemekler

2 ayrı mekanda 3 kez gittim "Karanlık İşler"e. Sadece yemekli şarkılı programlarını deneyimleyebildim ancak "Karanlık İşler", Türkiye için gerçekten cesur performanslar da sunuyor. Mart ayı boyunca bu performansların bir kısmını görmek mümkün. Size güzel bir restoran veya eğlence yeri önermiyorum. Size içinizdeki ilkelle yüzleşmeyi öneriyorum.

Karanlık İşler Mart Programı:


Rezervasyon şart. Nuri Bey'i aramanız gerekli: 0 542 342 25 38
...veya şuraya bir mail atın: karanliktayemek@gmail.com

Çanakkale Savaşına Böyle Bakmak...

$
0
0
1 ay önce koyun sürüsü gibi tıkıldığı gemiden süngü zoruyla inerken göğüs kafesine giren kurşunla akciğeri parçalandı, tuzlu su hem gırtlağından hem göğsündeki delikten girdi, nefes alamadı, suyun altında morarana kadar can çekişti öldü...


Siperde uykusuz 3.günün şafağında tilki uykusundan bir çıtırtı ile uyandı. Gözünü açtı, kafasının 20 santim yanında yuvarlanmasını yeni bitiren pimi çekilmiş el bombasını gördü. Gözlerini kapayıp kelime-i şahadet getirmeye başladı, bitiremedi. Kafatası parçalandı, beyninin sol kısmı 10 metre ötede uyuyan arkadaşın yanağına yapıştı...


Kazan dairesinde kan ter içinde çalışırken patlamaları duymamazlıktan gelmeye çalışıyordu. Korkunç bir ses ve sarsıntı ile ne olduğunu anladı. Köprüye seslendi ama cevap gelmedi. Arkadaşlarının çığlıkları boğuk bir şekilde tozlu odaya girmeye başlayınca gitmeye karar verdi. Gidemedi. Demir kapının hemen dışındaki yangın nedeniyle korlaşan kapı merdanesi eline yapıştı. Elini çektiğinde avuçiçi derisi kolda kaldı. Acıyla bağırdı, yalvardı, yardım istedi. Odaya dolmaya başlayan deniz suyuna korkuyla baktı. Son nefes boşluğuna kadar sudan kaçtı. Boğuldu, öldü. Sonra koca gemi ile beraber Çanakkale Boğazının dibine oturdu...


2 gündür aç susuz ve hiç kımıldamadan yüzüstü yatıyordu. Hücum sırasında buğday başakları gibi yıkılan arkadaşlarından Hasan'ın karnına düşmüştü yüzüstü. Yüzü ölü arkadaşının göbeğine gömülmüştü. Hasan çürüdükçe karnı şişiyor, kokular salıyordu. Kokuya dayanamaz haldeydi. Sinekler Hasan'ın kurşun deliklerine yumurtalarını bırakmakla meşguldü. Gözünün 15 santim ötesindeki tüm aksiyonu seyrediyordu ama hiç bir şey yapamıyordu. Kımıldadığı an vurulacağını biliyordu. Susamıştı, açıkmıştı. Köydeki annesini düşündü. Onu cepheye gönderirken annesinin gömlek cebine koyduğu muska geldi aklına. Kolunu çok ama çok yavaş hareket ettirerek elini cebine götürmeye çalıştı. O sırada kafatası alnından giren tek kurşunla parçalandı. Gözleri söndü. Hasan gibi çürümeye başladı..
.


Sizi bilmiyorum ama ben "Savaş" dendiğinde artık "Zafer" görmüyorum. Sadece yukarıda anlattıklarım geçiyor gözümün önünden. Atalarım bilmem kaç şehit verdi, bilmem kaç gemi batırdı denilince göğsüm filan kabarmıyor artık. Sadece üzüntüm artıyor. Çanakkale, 1.Dünya, 2.Dünya, Kore vs...Hiç bir savaşta galip yoktur. Savaşın kendisi mağlubiyettir. Katılan herkes mağlup olur. İnsanlık mağlup olur....


Bir gün insanlık tüm savaşları lanetleyecek seviyeye gelecek. Hiç bir savaşın kazananını, kaybedenini bilmeyecekler, önemsemeyecekler. O gün çabuk gelsin.

DHKP-C nin niyeti

$
0
0
Bir DHKP-C uzmanı değilim...

Tarihine, ideolojisine filan tam hakim değilim.

Ancak bir ordu ölçeğinde olmayan her silahlı direniş örgütünün tek amacı vardır:

"Eylemleri ile kitleleri harekete geçirmek ve yönetimin el değiştirmesini sağlamak."

Eğer gerizekalı değilse hiç bir bu çaptaki örgüt, kendi silahlı kuvvetlerinin direkt etkisi ile yönetimi değiştiremeyeceğinin farkındadır. Bu durum dünyanın en büyük örgütlerinden biri olan PKK için de geçerlidir. Onlar dahi silahlı mücadele ile karşılarındaki koca bir orduyu yenemeyeceklerinin farkındadır. 100, 1.000, 10.000 kişilik mücadele ile iktidar değişimi sağlanamaz. Ancak... 

Bu örgütlerin, temsil ettikleri ötekileştirilmiş kitleleri heyecanlandıracak ve sokağa dökecek eylemler yaptırması esastır.  Peki bir savcıyı rehin alarak, tek başına emniyet müdürlüğüne saldırarak böyle bir şey yapılabilir mi? Kitleler, onların bu intihar eylemleri ile hakikaten sokağa dökülür mü?

Ih ıh...

Peki nedir bu eylemlerin arkasındaki motivasyon?

Bu eylemler, ezilen, ötekileştirilen, sömürülen kitlelerin üzerindeki iktidar ve çiğ halk baskısını arttırmaktadır.  Geleneksel siyasetin çarkının içindeki ortalama veya ortalamanın altındaki zekadaki bir baskın kitle mensubu, bu eylemlerin sonunda, örgütün temsil ettiğini söylediği azınlığa karşı duyduğu öfkeyi arttırmakta ve dışa vurmaktadır. İktidarı ele geçirmiş kitlenin temsilcilerinden oluşan devlet denen organizasyonun her bir bireyinde aynı öfke yükselir. Ötekileştirme, aşağılama artar. "Bakın işte! Biz demedik mi! Berkin Elvan teröristtir!" diyen gerizekalıların sayısı bir anda tavan yapar. Gazetelerdeki öfke, kin, balgam dolu yorumlar satır aralarına kendilerinden olmayan mezhepleri sıkıştırır. Otorite, yani devlet, "kamu düzeni" adı altında "ötekilerin"üzerindeki baskıyı iyice arttırır. Sonunda bir devrim yapmaya yetecek sayıdaki kitle iyice bunalır ve patlar. Özetle direniş örgütlerinin asıl amacı, devletin ötekilerin üzerindeki baskısını arttırmaktır.

Bu tuzağa düşen devletler kaybetmeye mahkumdur.

Örgüt mevcut iktidarın stratejik zeka geriliğini keşfetti ve buna oynuyor.

İktidar veya devlet (artık aynı şey) ise oyuna geliyor.

Unutma...

Bu iktidarı tepemize getirenlerin zeka seviyesi, ülke çapında elektrikler kesildiğinde susan, geldiğinde övgüler düzecek kadardır.

Onların tepelerine getirdiğinin de çapı bellidir. Tekrarlıyorum...

Son eylemler sonrası 14 yaşındaki çocuk için "Bakın işte, Berkin teröristti!" diyecek kadar anguttur çoğunluk.  Örgüt kendince şahane bir ortam yakaladı ve yürüyor.

Memlekete bak.

Fenerbahçe Şöförünün Vurulacağını 4 Yıl Önce Biliyorduk, 4 Yıl Sonrasını da Biliyoruz!

$
0
0
Bir çığlık 4 yıl sonra yerine ulaşır mı?

Eğer acılara kulak kapamayı alışkanlık haline getirmiş bir toplumdaysanız anca ulaşır...

Bugün başta Fenerbahçe klübü olmak üzere tüm futbol camiası "Ligler ertelensin" noktasında.

Bu noktaya gelmek için bir takım otobüsünün kurşunlanması, bir insanın vurulması gerekti.

Halbuki o şöförün vurulacağını, koca bir otobüs dolusu insanın ölümden döneceğini tam 4 yıl önce öğrenmiştik...

Bir kaç yıl sonra olacakları da biliyoruz...Yazının sonunda onu da yazacağız.

Türkiye 3 Temmuz 2011'e uyandığında, toplumdaki "adalet" anlayışında müthiş bir değişimin başladığını bilmiyordu.

"Adalet", Cumhuriyetin topal aksak dayattığı objektiflik kıyafetinden kurtuluyor(!), ortadoğunun "kaba kuvvete" dayalı paçavrasını herkesin gözü önünde giyiyordu.

Artık içi dışı birdi adaletin. Tamamen lümpendi.

Herşey herkesin gözleri önünde oluyordu...

El değiştiren paralar, konuşma kayıtları, şike için fetva alınan hacı hocalar ortalıktaydı.

Sadece bir takım, yani Fenerbahçe değil, tüm futbol camiasının gırtlağına kadar pisliğe battığını...

Onyıllardır süren futbol oligarşisinin, sadece yara ve irinden beslenen bir asalaktan terfi ederek, bizzat sömürdüğü canlının yerine geçtiğini gördü herkes.


Olaylar ortaya çıktığı ilk günlerde içimde benim de bulunduğum dar bir kesim "ligler ertelenmeli ve her şey temizlenmeli" dediğinde, başta, aslında hiçbir şey olmadığına inanan Fenerbahçe taraftarları olmak üzere, çoğunluk "Olur mu öyle şey? Koca bir endüstri var, insanlar aç kalır? Gerek yok" diye bize haddimizi bildirmişti. Şimdi aynı insanların korku dolu gözlerle "Ligler ertelenmeli" diyerek haykırdığı duyuyoruz. Tertemiz bir eğlenceye ulaşabilmek yerine, şaibeli bir kupayı geri vermemek çabası, 4 yıldır ülkenin futbolu dibin dibine çekti. Tozun dumanın arasındaki futbol, siyasi iktidarın ahlaksız kollarına teslim edildi. Şikeye bulaşmış başkanlar, "terfi" ettirilerek tüm camiayı yönetmeye başladı. Başa getirildiklerinde yaptıkları ilk iş "Hayır, şike yok. Her şey devam edecek!" demek oldu. Bu olaydan 3 yıl sonra yaşanan 17-25 Aralık yolsuzluklarında aynı yöntem izlendi. Tüm pislik, karanlık (benim de katıldığım, hatta onun karanlık olduğunu şimdi geğirerek, balgam saçarak ekranlardan anıran satılık hayvanlardan çoooook önce söylediğim, söylediğimiz bir yorumdur) bir güç tarafından kurgulanmış, aslında her şey püripakmış gibi bir algı yaratılmaya çalışıldı. Sağolsun dönemin şikecileri, cemaat denen bu karanlık yapıya, kendi suçlarının tüm günahlarını öyle bir attılar ve bu yöntem öyle güzel çalıştıki, insanlar ortalıkta dolaşan tüm kanıtlara rağmen bu hayasız futbol oligarklarını hapishanelerden omuzlar üstünde çıkardılar. "Cemaat Fenerbahçe'yi ele geçirmek istiyor" tezi ile kendilerine kumpas kurulduğunu her yerde anlatanlar bu olaydan 3 yıl sonra, dönemin başbakanı ve oğlunun Fener yönetimini ele geçirmek için yaptığı Ali Cengiz oyunlarının telefon konuşmalarını duyunca sadece sustu. Dediğim gibi sadece Fenerbahçe değil, tüm takımlar pislik içindeydi. Evet, cemaat, her büyük davada yaptığı gibi, bulduğu gerçek suçların etrafını kenar süsleri ile genişletmiş, kapsamı alakasız insanlara kadar uzatmaya çalışmıştı. Ancak bu yöntemi Balyoz'da, Ergenekon'da yaptığı kadar hayasızca yapmasına pek gerek kalmamıştı. Genelde kimi hedef göstermek istiyorsa bir şeylerini buluyordu zaten. Algısı gri alanlara kapalı ortalama halkım, ya herkesi tamamen suçlu ya da tamamen masum ilan edivermişti çoktan. Burada bir not vermek zorundayım:

Balyoz davasında yüzlerce subayın darbeci diye hapse atılmasını alkışlayan güruhlar şimdi aynı insanların tamamını demokrasi havarisi ilan etti. Halbuki Balyoz'da gerçekten darbe heveslisi komutanlar vardı. Bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki bu komutanların yanına, kenar süsü yöntemi ile yüzlerce masum subay eklenmişti. Fakat ufak beyinli olmanın yan ürünü olan toptancı yaklaşım o gün nasıl herkesi suçlu ilan etti ise, bugün de aynı şekilde herkesi masum ilan ediyor. Devam...

Her davada olduğu gibi bu davada da suçlu ve mağdurlar vardı. Dönemin konjoktürel mağdurları sabırla adaletin gerçekleşmesini beklerken, gözlerinin önünde, egemenlerin suçluyken haklı konuma geçtiğini gördüler. Aynısı 17-25 Aralık soruşturmalarında da yaşandı. O zamanın Trabzon taraftarı, bugünün Alevisi, Kürtü, Gezicisiydi, muhafazakar olmayanı veya ötekileştirileniydi aslında. İçinde öfke biriktirenlerdi. Futbolun baronları paraya, pisliğe dayalı düzenlerini devam ettirmek şöyle dursun, nüfuslarını genişletip daha da yukarılara tırmanırken, ülkenin zirvesindeki baronlar ise saraylara terfi etti. Özetle futbol ligleri "ertelenmedi" ve bunun bedeli büyük çürümeye başarılı bir model yaratmak oldu. O gün "ligler ertelenmesin!" diyenler, bugün sadece vurulan şöförden değil, ülkenin geldiğini noktadan sorumludur. O gün yazdığım bir yazı hem çok okundu hem çok eleştirildi. Maalesef haklı çıktım. Artık ekmeğe dayalı gerçek bir dünyada değiliz, mutlu mesut yaşanacak bir cennet peşindeyiz. Bu cennet kah Aziz Yıldırım'ın bahçesi, kah Demirören'in gazeteleri, kah Tayyip'in sarayı oluyor. Gerçekte varolmayan ve asla varolmayacak dünyaların hayali ile gülümseyen insanların gidebileceği son nokta 50 insanın hunharca öldürüldüğü bir toplumsal ayaklanmada sadece Yasin Börü isimli masum bir çocuğu görmektir. Aynı şike denilince Fenerbahçe'yi görmek ve onun için bağırmak gibi.

O dönem yazdığım yazı:

http://sarapvepeynir.blogspot.com.tr/2011/12/iki-tarikat-iki-lider-ve-muritlerinin.html

Toplu intihar eyleminde bulunan Jim Jones'un Halkın Tapınağı müritleri. Sadece inandıkları için 913 kişi ölmeye gitti.


Yukarıda, bugüne kadar birbirinden bağımsız duran olayların aslında tıpatıp birer kopya olduğunu anlatmaya çalıştım.

Peki futbol nereye gidecek?

Hazır mısınız?

Benzer toplumsal çöküşün yaşandığı ve meydanlarda "Rabia" işaretleri ile hatırladığınız ülkeden gelecek örnek...

Mısır'dan...

74 futbol taraftarının birbirini gırtlakladığı, kafalarını kestiği bir yer orası.

Onlar da 74 cenazeyi kaldırdıktan sonra ligleri erteleyebildiler.

Bu arada katillerin idam kararı çıktığında...

Mahkeme salonunda hala takımların tezahuratları yapılıyordu, onlara destek veriliyordu.



2012'deki bu olaydan sonra ne Mısır'da ne oldu...

Google'a Mısır ve 2013 yazın ve yüreğiniz kaldırabilirse okuyun.


Biz bu bahar sizin verdiğiniz ÖZGÜRLÜK DERSİNİ KIRIYORUZ USTA!

$
0
0
O malum salya sümük duygu sömürüsü yapılan  reklamı seyrettiğinizi biliyorum....

Seyretmediyseniz aşağıdaki linkte...

http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/256028/gaz-odalari-gibi-ikna-odalari-kurmuslardi-akp-reklami

Her saniyesi ortalama inançlı yurttaşımızı etkilemek için kurgulanmış, ucuzun ucuzu prodüksiyonun en can alıcı kısmı, "mağdur" hanım kızımızın, rövanşist bir eda ile şu cümleyi zırvaladığı an:

"İkna odalarını kuranlar millete özgürlük dersi vermeye kalkıyor!"

Aslında bu cümlenin gizli öznesi, AKP faşizminin karşısında dimdik duran, gırtlağı haykırırcasına "Özgürlük!" diye bağıran on milyonlarca yurttaş.

AKP en iyi yaptığı şeyi, en ucuz, en ahlaksız şekilde yapıyor! Tüm muhaliflerini aynı çöp poşetine koymaya çalışıyor!

Ceplerinden "Ergenekon diye bir poşet çıkardılar, birkaç karanlık karakterin yanında, yüzlerce masum insanı, aydını, vatanseveri içine attılar! Öldürdüler, süründürdüler!

Sonra "Balyoz" diye bir poşet çıkardılar, birkaç darbe sevdalısı hayalperest subayın yanında yüzlerce pırıl pırıl vatansever askerimizi zindanlara attılar!

"Gezici" diye bir poşet yarattılar, kötü bir tarafını bulamadıkları için Kabataş'tan, camide içkiye, ufacık beyinlerinin üretebildiği kadar senaryolarla süslediler, ne kadar özgürlük sevdalısı genç varsa tamamını içine attılar!

Bu poşetlerin bir kısmını yaratan tiplerle araları bozulunca "Paralel" diye bir poşet daha çıkardılar, ki bu sefer kendi bağırsaklarının en derininden, en karanlık, en pis, en kokuşmuş tarafından çıkardılar o poşeti, içine yargıda, emniyette, basında istemedikleri, yerinde gözü oldukları kim varsa attılar, atmaya devam ediyorlar!

Şimdi tüm özgürlük sevdalılarını, tüm faşizm karşıtlarını bir poşete atabileceklerini sanıyorlar!: "İkna odacıları"

Zavallılar! Aşağılık ideologlarının çıkarabildiği en fazla bu işte!

Bir kez bile o odaları tasvip etmedik, etmeyiz! Her zaman karşısında dururuz! Her zaman üniversitede türban özgürlüğü savunuruz! Biz size rağmen, türbanı en ucundaki ipliğine kadar siyasete edenlere rağmen bunu yaparız! Siz 11-12 yıl boyunca türban yasağını kaldırmayıp, kitlelerinizi elde tutmak için son çare olarak saklarken, biz ilk rüşvetinizi cebinize attığınız günden beri savunuyorduk özgürlükleri!

O yüzden diyoruz ki!

"15-16 yaşındaki çocukları, "hırsız var!" dedikleri için hapse atanlar BİZE ÖZGÜRLÜK DERSİ VERİYOR!"

"15 yaşında aylarca komada kalan oğlunu 16 kilo cennete yollayan Anne'yi meydanlarda yuhalatanlar BİZE ÖZGÜRLÜK DERSİ VERİYOR!"

"Siyasi rakibinin dini mezhebini miting malzemesi yapıp, insanlara yuhalatanlar BİZE ÖZGÜRLÜK DERSİ VERİYOR!"

"Milli eğitimde, yargıda, emniyette, hatta ellerindeki ucuz maliyeciler ile tehdit ettikleri onbinlerce özel şirkette, haketmiş, bilgili, tecrübeli insanlar yerine, üç kuruşluk yandaşlarını terfi ettirenler, en ışıltılı makamlara getirenler, hak yiyenler BİZE ÖZGÜRLÜK DERSİ VERİYOR!"

"Yüzlerce insanın öldüğü iş kazalarından sonra bile, ölüm fıtratınızda var diyerek, kendi çırılçıplak, edepsiz  fıtratlarını utanmadan gösterenler BİZE ÖZGÜRLÜK DERSİ VERİYOR!"

"Beğenmediği haberler, köşe yazıları, haber bantları için gazete patronlarını arayıp azarlayan, yüzlerce gazeteciyi ekmeğinden edenler BİZE ÖZGÜRLÜK DERSİ VERİYOR!"

"Ana dilinde de eğitim isteyene Hasss... çekenler, Cemevini hala ibadethane olarak kabul etmeyenler BİZE ÖZGÜRLÜK DERSİ VERİYOR!"

"Bir milyon Ermeni'nin hala nemli kemiklerini, dış mihrakların gazına geldiler, tehciri, yani ölümü hakettiler diyerek kurutabileceklerini sananlar BİZE ÖZGÜRLÜK DERSİ VERİYOR!"

""Ne özel hayatı, genel hayat geneeel" diyerek insanların mahremini milyonların önünde konuşanlar BİZE ÖZGÜRLÜK DERSİ VERİYOR!"

"İşçinin çektiği acıların sembolü olmuş Taksim meydanını kapamak uğruna her 1 Mayıs'ta İstanbul'u dev bir açık hava hapishanesine çevirenler BİZE ÖZGÜRLÜK DERSİ VERİYOR!"

Hangi bilginizle, hangi ciğerinizle, hangi ahlakınızla DERS VERİYORSUNUZ siz?

Dur tahmin edeyim papağan endamlı beyin kıvrımlarınızdan çıkacak cevabı:

"Biiiiz sandıktan çıktık, bu milleet..."


...

Bahar geldi, hava nefis...Kuşlar cıvıl cıvıl! Ergüvanlar açıyor, çocuklar bahçelerde oynuyor, toprak çimen kokusu sarıyor her tarafı...

İster yoklamaya imza al, ister sınıfta bırakırım, asarım, keserim diye tehditler savur...

Biz bu bahar sizin verdiğiniz ÖZGÜRLÜK DERSİNİ KIRIYORUZ USTA!

AKP Mitinginde Bir Çapulcu - İkinci Bölüm

$
0
0
Öncelikle...

Şapka bu sefer kamuflaj amaçlı değil, fonksiyonel


Malum geçen sene yazdığım yazım çok beğenildi, milyonlar paylaştı, ana akım medyaya konu oldu vs vs. Lakin bazıları hasetle o çalışmadan kin, nefret, ötekileştirme çıkarmaya çalıştılar ya, onlara bir paragraflık mesajım var. Yine aptal aptal iş yapmasınlar diye bir uyarı sadece. İlgili olmayanlar bir sonraki paragrafa geçsin :)




Bu yazıdan "mağduriyet", "aşağılanma", "tepeden bakış", "darbecilik", "CHP zihniyeti" vb çıkarmaya çalışacak, önüne malzeme düşsün diye heyecanla bekleyen akıl fukarası, servet meraklısı, haysiyetsiz ve hırsız sevici yandaş medyacılar ve aktroller...kenarda bekleyin...size kemiklerinizi sahipleriniz atıyor, heyecanlanmayın hemen. Utanmadan sıkılmadan yazımın önünü arkasını kesip, sizin moda deyiminizle "montajlayıp", içinden kelimeleri çekip, "Aha bize makarnacı diyorlar! Bunlar sizinle dalga geçiyorlar! Tepki verin!" diyerek milyonları bana, benim yazımı paylaşanlara ve ilgili ilgisiz tüm muhalefete karşı doldurdunuz. Okuma fakiri halkımın bu eksikliğini maşallah öyle bir kullandınız ki (siz bundan da bir "bize fakir dedi, az okuyor dedi!"çıkarırsınız şimdi ya neyse...), saf milletim sizin o kelli felli gazete köşelerinize, tv stüdyolarınıza güvenip bize diş biledi. Yazımı beğenmiş, paylaşmış onmilyonlarca yurttaşımızdan biri olan Cüneyt Özdemir gibi özgürlükçü bir gazeteciden bile faşist, ırkçı yaratmaya çalıştınız. Eleştirilerinizin seviyesi, genelde olduğu gibi, yerin dibinde olduğu ve hiç bir temele dayanmayan yalan yumaklarından oluştuğu için ne Cüneyt Özdemir'e bir şey oldu, ne bana, ne yazımı okuyan, paylaşan onmilyonlara. Siz sadece en güvendiğiniz "kitle aldatma" silahınızı iyice açık ettiniz, geçersiz hale getirdiniz, o oldu. İyi oldu. Mağduriyet iyidir değil mi? Yarat yarat sür piyasaya...Seni süper zeka, ucuz yandaş seniii...Davutoğlu diyor ya "Kimse bize bir santim üstten bakamaz!" diye, aha ben bakıyorum ama sadece sana bakıyorum yandaş gazeteci. AKP seçmenine asla üstten bakmadım ama sana bakıyorum! AKP seçmeni ile iki mitingdir ete ete, göğüs göğüseyim! Sıcakta ter içindeyiz hep beraber! İki mitingtir gocunmadan, anlamak için beraber bayrak sallıyorum, slogan atıyorum! Şu an bacaklarım ağrıyor ki, mitinge giden milyonlar aynı acıyı çekiyor! PEKİ SEN NEREDESİN AŞAĞILIK YANDAŞ? Söyleyeyim, sağ taraftaki yüksek basın tribününde, rahat koltuğunda çayını yudumluyorsun! O çok empati kurduğun halkın aşağıda ne konuştuğundan hiiiç haberin yok! Orada değilsen, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı uçağında yudumluyorsun kahveni! Müteahhit patronlarının gazete diye çıkardıkları paçavraların ilk sayfasında muktedirle yanyana, sırıtık pozlar veriyorsun! Senin o sözde hakaretten koruduğun milletin geçim derdinden kafasını yukarı kaldıramıyor, göremiyor içine kurulduğun uçağı! Orada değilsen sarayın koridorlarında fink atıyorsun, oda sayıyorsun! 1.000'mi 1.150'mi?! Geçen dönem günlerce hakaret eden bir tanenizi havalimanında VIP salonunda gördüm. Dedimki sen bana hakaret ettin, peki sen orada mıydın? Öyle baktı ebleh ebleh, "Hayır" dedi...Zavallı...Ben sana yukarıdan bakıyorum yandaş! Çünkü sen o uçağa bindiğinde yükseldiğini sanıyorsun ya, aslında çukurun en dibini eşeliyorsun...Çukurun içinde kendine pislik dolu bir çukur daha yapıyorsun...Kusura bakma, ben oraya inerek aynı seviyeden sana bakamam. Oraya inenin çıkışı olmaz YANDAŞ!

Merhaba, yine ben  :)

Bu sefer miting Maltepe'de ve tebdili kıyafetlik bir durum yok. Geçen seferden tecrübeliyiz malum.

Yine şerit şerit otobüs, minibüs, otomobil. Çoşku yollardan başlıyor.

Kitle Yenikapı ile aynı mı? Ih ıh! Yenikapıda çok sayıda tek tip giyinmiş tarikat, topluluk görmüştüm. Bu sefer sarıklı cübbeli vatandaş bile görmedim çok fazla. Bu neyin işareti olabilir bilmiyorum. Acaba Tayyip ile Davutoğlu'nun kitlelerinde minör farklılıklar mı var? Olabilir.

Bu sefer organizasyon, girişler, kontroller daha iyi ama bir nedeni var...bariz şekilde katılımcı sayısı daha az.

Çok rahat girdim ve garip bir şekilde hanımlara ayrılan kısmın önüne konmuş bariyerlere kadar ulaştım. Yani en öne kadar gittim diyeyim. Yarım saat kala girdiğim bir mitingte bunu beklemiyordum. En azından Yenikapı tecrübesinden sonra.

Girişte davul zurnalı eğlence



Sakinlik 16:30-17:00'ye kadar devam etti...ki miting saati 16:00 idi.

Meydan, düzenekler, yerleşim vs Yenikapı'nın tıpatıp aynısı. Kitle malum...ekonomik olarak ezilen, dar gelirli kesim AKP'nin en büyük dayanağı.

İçlerinde varlıklılar yok mu, vardır elbet...sayısı artıyor üstelik.

Çok okumuş, kariyerli vb yok mu, vardır elbet...,

Ama hala genel bir dar gelirlilik durumu bariz. Yapacak bişi yok, ülke böyle. Dar gelirli oranında zerre azalma olmadı hatta arttı. Üretiyor ve mutlu ediyor. Dar gelirliliğin yan ürünlerinden birini çok iyi kullanarak yapıyor bunu AKP. Öfke!



Her ezilen yurttaşımız gibi büyük öfkeleri var hepsinin içinde! AKP'den nefret eden 55%'den farkları ise bu fakirliği AKP'ye değil, bir takım dış mihraklara, şer odaklarına, CHP'ye, paralele, Amerika'ya, büyük oyuna filan bağlıyor olmaları. Davutoğlu çıkana kadar yapılan tüm konuşmalar bu algıyı pompaladı. Tüm muhalefet alt edilmesi gereken bir düşman, AKP seçmeni ise onlara karşı verilen kutsal savaşın neferi. Çok az kaldı "Yeni Türkiye'ye" (Bu da ütopik hedef) mücadeleye devam! Mücadele boyunca AKP ve onun liderleri neferlerini hep koruyacak ezdirmeyecek! Müthiş müthiş!...

Yersen.

Bir ülkenin yarısını, diğer yarısının "vatan haini" olduğuna inandırmak kadar korkunç bir oyun oynanıyor bu mitinglerde. Hepimizi bir sepete atmışlar. Ben Gezici olduğum için aynı zamanda paralelim, Menderesi asan adamım, darbeciyim, kedi kesen ateistim, ayaklanan kürdüm vs vs. Tüm konu iyi, kötü eksenine konulmuş ve arada gri alan hiç yok. Çok rahatlamış herkes. Kafa karışmıyor. Bunu yaratan ideologlar da rahatlamış. Bu kadar işe yarayacağını onlar da tahmin edememiş. Düşünün bir rakibiniz var ve ona her türlü etiketi yapıştırabiliyorsunuz, üstelik aynı anda. Gerçekte kim olduğunu araştırmaya zahmet bile etmiyorsunuz. Birgün okuyan, Hürriyet, Taraf, Agos okuyan aynı kişi: "Vatan HAİNİ!"

Kitle geçen sefer biraz daha gergindi, şimdi ise daha neşeli. Bir rahatlama ve özgüven var. Geçen sefer paralelin gücü kuvveti yerindeydi, yolsuzluk kayıtları çok tazeydi, savaşın geleceğine dair bir "acaba?" durumu vardı. Şimdi o savaş bitmiş kazanmış gibiler. Artık darbeci, paralel kalmamış, kimse yolsuzlukları hatırlamıyor sanıyorlar. Çoğu bitti azı kaldı diye düşünüyorlar. E sabah akşam yandaş medya izlersen olacağı bu. Kimsede 55%'e dair bir empati yok. Zerre yok. Türban yasağının kalkmasını en büyük özgürlük kriteri sanıyorlar. Söz ona geldiğinde alkışlar daha kuvvetli.

Önümde bir dialog var..."Acaba Tayyip gelir mi?" diye birbirine sorarak heyecan arttıran iki genç var. Bu arada artık Tayyip farklı bir yerde. Sanki Olimpos'ta hiyerarşik bir tanrılar silsilesi içinde en tepede. O Zeus, diğerleri halka karışanlar. Efsaneleşmiş. Neyse...Bu iki gençten biri diğerine "Bayrağı yere atma bak sonra twittera koyup onun üzerinden eleştiriyorlar" diyor. Aynen bu cümleyi kullanıyor ve haklı. Bence oldukça ucuz bir eleştiri yöntemi. Bu sırada hafif şişmanca orta yaşlı biri "Aferin" diyor. "Bunu herkese söyleyin". Parti teşkilatına çağırıyor, sizin gibilere ihtiyaç var diyor. Sıcak sıcak, dumanı üstünde üye kazandırıyor.  Ne diyeyim...

Davutoğlu bir saat elli dakika gecikti. Tayyibin helikopterle selamlama taktiğini o da kullanıyor. Diyorum ya, bir yöntem işe yarıyorsa hiç bozma.

Alkışlar vs...sahneye çıkış...10 dakikalık selam konuşması derken....Hoooop

20.dk filan, ortalar böyle



Yine gidiyor millet :) Yani bunu yazmayayım mı şimdi :))Yüzbinler gidiyor işte. Arka kısımlar iyice kelleşiyor. Bazıları çimenlerde çay, piknik modunda. Ya adam orada konuşuyor yahu! :)



AKP'nin seçmen kitlesinin artık homojen olduğunu, kitle partisinden ziyade "kesim" partisi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zaten bunu AKP'nin başdanışmanı da söylüyor. Artık gerçekten yalnız bir parti. Tüm toplumsal ittifaklarını kaybetti. Artık tek tip, ancak sayısal olarak en çok sayıda bireysen oluşan kesimin partisi. Lakin o kesim bile kendi içinde heterojen. Örneğin önlerdeki miting izleyicisi gayet heyecanlı, ama arkalarda iş bitmiş gidelim havası var. E normal. Tribünlerimizin hepsi Beşiktaşlı ama Çarşısı var, yeni açığı var, sosyetesi var :)

Tüm mitingin mesajı tek bir pankartta toplanmış:

"ŞEYTANA NAMAZ KILDIRANA KADAR AKP!"...

Özet bu...
Önce "Şeytanız"
Sonra "ya onlardan olacağız, ya olacağız, ya da..."




Not: Hangi siyasi partiye inandığımı ısrarla soranlara cevap: HİÇBİRİNE!

https://twitter.com/GuneseYuruyen

Viewing all 90 articles
Browse latest View live